Yeni devrimlerin bilinen, bilinmeyen dinamikleri…
1970’lerde gücünü gittikçe pekiştiren Kaddafi’ ye özgü ve o günlerde geçen bir öykü anlatılır:
“Bir akşam neredeyse tamamı askerlerden oluşan kurmaylarını toplar. Bir konu atar ortaya ve hepsinde yorum yapmalarını ister. Yanıtların ardından herkes ne diyeceğini merak ettiği “öndere” çevirir başını…
Ve Kaddafi’nin sesi bomba gibi düşer salonun ortasına: “Hepiniz aptalsınız”
Boş gözlerle birbirlerine bakarken o devam eder: “Hepinizin ne kadar aptal, benim ne kadar akıllı olduğumu göstereceğim, düşün ardıma…”
O önde kurmayları peşinde bahçeye çıkarlar. Seslendiği korumalardan biri içinde 10 farenin yer aldığı bir kafesle arzı endam eder. Şaşkınlık içinde izleyen kurmaylardan birine elinde tuttuğu kese kâğıtlarından birini uzatır “Gördüğün fareleri bu kese kağıdının içine koy ve bir kilometre götür, kaybetmeden geri getir”
Subay fareleri doldurur kese kağıdına, sıkı sıkıya yapışır ve düşer yola. Ancak aç fareler hemen kese kâğıdını yer ve sağa sola dağılırlar.
İkinci, üçüncü derken etrafındakilerin hepsi uzatılan kese kağıdına koyulan fareleri yolda kaybedip geri dönerler. Şaşkınlıktan büyümüş gözlere aldırmadan bu kez kendisi koyar fareleri kese kağıdına… Hızlı adımlarla uzaklaşırken kese kâğıdını durmadan sallamaktadır. Geri döndüğünde açar kese kâğıdını ve sersemlemiş hayvancıkları izleyicilerinin önüne atar ve inanılmaz dersi verir hepsine:
Yola düştüğünüzde kese kağıdını benim yaptığım gibi sallasaydınız fareler sersemler ve kağıdı yiyemezlerdi. Toplum da böyledir. Durmadan sallayacak, sarsacaksınız ki, başka şeyle meşgul olmasın”
42 yıldır iktidarda olduğuna göre bugüne kadar başardığı bir taktiği uygulamış olmalı.
Peki ne oldu da isyancıları tehdit ettiği son konuşmasında “fareler” demekten geri kalmadığı halk, neredeyse taptığı liderine artık köpeğine duyduğu saygıyı duymuyor…
Sadece Kaddafi de değil mesele. Mısır 32 yıllık Mübarek, Tunus ise 24 yıllık Bin Ali diktatörlüklerini bir iki günlük direnişlerin ardından yerle bir etti…
O zaman sormamız gereken can alıcı soruya geliyor sıra… Ne oldu da liderleri tarafından “sersem fareler” olarak bugüne kadar kese kâğıtlarında tutulan milyonlar, bir anda meydanları doldurup, alaşağı ettiler rejimleri?
Sorunun şu ana kadar net bir yanıtı alınmış değil ama bana kalırsa dişe dokunur en ciddi olgulardan birini ıskalamış durumda tüm dünya ve özellikle Türkiye kamuoyu hatta aydınlarımız…
Geçtiğimiz günlerde BBC’ nin şöyle bir dokunduğu Gene Sharp ismine yoğunlaşmakta yarar var diye düşünüyorum.
1928 doğumlu, 2009 yılında Nobel Barış ödülüne aday gösterilen emekli bir Siyasi Bilim Profesörü kendisi ve Ohio doğumlu Amerikalı…
Her ne kadar ününü 1993’te Birmanya’daki diktatörlüğe kafa tutan Suu Kyi ve taraftarlarına rehberlik eden “Diktatörlükten Demokrasiye” kitabına borçlu olduğu söylense de, rahatı kaçan tüm ülkelerdeki düşmanlarının CIA Ajanı suçlamalarına muhatap olan Sharp’ ın kitabında dile getirdiği barışçı mücadele yöntemleri başarılı biçimde Sırp lider Miloseviç’e karşı kullanıldı.
Sharp’ın kitaplarında savunduğu temel tez Kaddafi’nin kurmaylarına ders olarak verdiği “farelerin sersemliği” üzerine kurulu biraz da… Sharp’a göre diktatörlerin gücü “yönettikleri insanların kendi arzularıyla itaat etmelerine” dayanıyor. Bu durumda “eğer halk sessizce boyun eğdiği biat anlayışından vazgeçerse ve bu alanda yöntemler geliştirilebilirse rejimlerin çökmesi kaçınılmaz. Buna karşın diktatörlüklere karşı şiddete başvurursanız, zalimlerin ekmeğine yağ sürmüş, ellerine en güçlü silahı vermiş olursunuz. Şiddeti şiddetle bastırmak zaten her türlü silaha sahip yönetimlerin arayıp bulamadığı fırsat”
1993 yılında Birmanya’da Suu Kyi taraftarları Sharp’ın 198 şiddet içermeyen yöntem içeren kitabını başucu kılavuzu gibi kullandılar. Hayatı boyunca görmediği, yaşam tarzlarından dinamiklerine kadar hiçbir özelliklerinden haberdar olmadığı Birmanya’nın ardından Tayland, Endonezya’ya oradan Balkanlara, Doğu Avrupa ülkelerine yayıldı “Diktatör Devirme Kılavuzu –DDK-” olarak nitelendirilebilecek el kitabı…
Rusya gibi kimi ülkeler, içerdiği tehlikelere karşı önlem olarak basıldığı matbaaları bastılar, satış yapan çoğu kitapevlerinde ise esrarengiz yangınlar çıktı kaçınılmaz olarak…
Kendisi inkar etse de, Miloseviç’in devrilmesinde hayata geçirilen CİA patentli tüm eylemler Sharp’ın kulaklarını çınlattı.
Örneğin ABD’ nin Miloseviç’i devirme operasyonunu 41 milyon dolara satın aldığı uzmanlarca dile getirildi zaman içinde. Bu bütçe neleri mi kapsıyordu?
Sırp öğrenci liderleri gizli bir takım seanslardan geçirildiler. Grev ve boykotları örgütleme, simgelerle iletişim kurma, korkuyu yenme konularında eğitimler verildi öncü potansiyeli taşıyanlara…
Sırpça direniş anlamına gelen Otpar adı verildi çekirdek ekibe… 5 bin püskürtme boya spreyi, 70 bin şiddetsiz direniş kılavuzu dağıtıldı. Sırbistan’ın uygun bulunan her noktasına yapıştırılmak üzere Miloseviç’i hedef alan ‘Gotov Je!(O bitti)’ yazılı 2,5 milyon çıkarma kitlelere dağıtıldı.
Bugün Tunus ve Mısır meydanlarını dolduran yüzbinlerin uyguladığı yöntemler ilk kez Sırbistan’da kullanıldı. Kitleler bir grup öncü tarafından yönlendiriliyor, kalabalıkları dalgalandıran öncüler hızla ve sürekli yer değiştirerek, güvenlik güçlerinin ve istihbarat örgütlerinin dikkatini çekmeden girip, çıkıyorlardı meydanlara…
Uzmanlara göre yöntem ilhamını Cengiz Han’dan almıştı. Arı Kovanı olarak adlandırılan yöntemle insanlar tıpkı kovanlardaki gibi birbiriyle bağlantılıydı ama aynı zamanda birbirinden bağımsız hareket yeteneğine sahipti.
Miloseviç’in devrilmesinin ardından daha da geliştirilen ve Tahrir Meydanına kadar 198 farklı yönteme ulaşan Diktatör Devirme Kılavuzunun taşıdığı tehlikenin sadece Rusya değildi farkına varan…
2009 yılında İran İstihbaratı renkleri kullanmaktan, temsili cenazelere, boykotlara, simge isimlerin meydanlarda yakılmasına kadar Sharp patentli 100 civarında yöntemi kullanmakla suçlamıştı protestocuları.
Peki şiddet içermeyen diktatör devirme yöntemleri Mısır ve Tunus’ta ne ölçüde kullanılmıştı?
Tunus’taki 7 Kasım, Kahire’deki Tahrir meydanını dolduran gençlerin Sharp’tan veya onun kılavuz kitabından haberi var mıydı?
Bugünlerde Sharp ile ilgili hazırladığı belgeseli yayınlamaya hazırlanan Yönetmen Ruadith Arrow 2 Şubatta gittiği Tahrir izlenimleri çok merak edilmesi gereken sorulara ışık tutacak cinsten:
“2 Şubat günü Tahrir Meydanı’na vardığımda, Sharp’ın yaklaşımını benimseyen göstericilerden çoğu gözaltındaydı.
Gözaltında olmayanlar ise istihbarat tarafından yakından takip ediliyordu ve onları ziyaret eden gazeteciler sivil polis tarafından saatlerce alıkonuyordu.
Organizatörlerden birine ulaşabildiğimde, kamera karşısında Sharp ile ilgili konuşmayı reddetti.
Amerikan etkisinin yaygın olarak bilinmesinin hareketi sarsacağından endişeleniyordu ancak kitabın Arapça baskısının dağıtıldığını doğruladı.
Sharp’ın teorisinin Mısır’daki harekete olan etkisini ise şöyle anlattı: “Sharp’ın rejimin dayanaklarını tespit etme fikrini kullandık. Eğer Mübarek rejiminin en büyük dayanağı olan ordu ile ilişki kurup, onları kendi tarafımıza çekebilirsek, Mübarek’in işinin biteceğini biliyorduk.”
O akşam Tahrir Meydanı’nın bir köşesinde, göstericilerin yanında uyumaya hazırlanırken, bana telefonlarına gelen mesajları gösterdiler. Ordu, göstericilere ateş etmeyeceğini açıklamıştı.
Mahmut isimli göstericiye 198 yöntemin fotokopisi verilmişti, ancak Mahmut listenin nereden geldiğini bilmiyordu. Ona şiddet içermeyen silah listenin Amerikalı bir akademisyene ait olduğunu söylediğimde, karşı çıktı.
“Bu Mısırlıların devrimi” diyordu Mahmut, “Amerikalılar bize ne yapacağımızı söyleyemez.”
Zaten Sharp’ın istediği tam da bu.”
Bana göre de Kuzey Afrika’daki devrimleri dış etkenlere bağlamak, ölümü göze alan yüzbinlerce cesur insana hakaret en azından.
Ama bu isyan ateşlerinin tutuşturulmasında bir takım organize öncüleri yok saymak ta fazlaca safdillik…
Bush’un zücaciye dükkanına giren aç filden beter vahşi Büyük Ortadoğu projesi Irak hüsranıyla rafa kalktığı da doğru.
Acaba diyorum, bilgi çağının ve değişimin simgesi Obama ile birlikte, enerji ve silah kartellerinin öne sürdüğü vahşi Neocon’ların yerini, daha fazla demokrasi daha fazla özgürlük diyen yeni bir dünya hedefleyen anlayış almış olamaz mı?
Bu anlayışın harekete geçirdiği kitleler, Sharp’tan ve onun şiddet, silah yerine barışçı ama çok daha etkili yöntemlerinden etkilenmemeleri mümkün mü?
İster vahşi Bush, ister barışçı Obama başta olsun daha epeyi zaman dünyanın süper gücü olması kaçınılmaz ABD’ nin derin, açık yapılarının kaynamakta olan kazanı uzaktan seyretmesi ne derece mantıklı?
Soruları uzatmak mümkün…
Ama en yalın ve taze haberler çok uzaklardan üstelik ABD ile süper güç yarışına girdiği çoğumuz tarafından iddia edilen Çin’den geldi…
İster inanın ister inanmayın yazımı noktalarken ABD’ nin Resmi yayın organı sayılan “Amerikanın Sesi” adlı yayın organındaki habere takıldı gözlerim:
İnternet denetimini gideren artıran Pekin hükümeti, mesleki paylaşım sitesi Linkedln’e Çin’den erişimi kısa bir süre engelledi.
LinkedIn, üyelerinden birinin ‘Çin’de Yasemin Devrimi’ konulu bir tartışma forumu başlatmasından kısa süre sonra kapatıldı.
‘Yasemin’ kelimesi Internet topluluklarında Tunus, Mısır ve Libya’daki halk ayaklanmaları için kullanılıyor.
Amerikan LinkedIn şirketinin tüm dünyada 90 milyon kullanıcısı var bunlardan 1 milyonu Çin’de.
Çin hükümeti geçen hafta Internet üzerinden yapılan ‘Yasemin protestosu’ çağrıları üzerine on binlerce güvenlik gücünü harekete geçirmişti.
Çağrılar sonrasında en az 80 rejim muhalifinin tutuklandığı veya ev hapsine konulduğu bildirildi.
Yasemin protestolarına ondan fazla kentte yüzlerce kişi katıldı.
Amerika’nın Pekin Büyükelçisi Jon Huntsman’ın geçen Pazar günü başkentte gösterinin yapıldığı alanda görülmesi dikkat çekti. Büyükelçilik yetkilileri, Huntsman’ın tesadüfen orada bulunduğunu ve ailesiyle birlikte alışverişe çıkmış olduğunu söyledi.”
Kendi Büyükelçisinin protesto gösterilerinin yapıldığı meydanda tesadüfen bulunduğunu söyleyecek kadar ilginç bir ülke ABD…
Çin patentli sanal protestolar ve Katı Yönetimin bu türden saldırılara! karşı geliştirdiği yöntemler “yasemin” sembolüyle de sınırlı değil.
New York Review of Books isimli sitede blogları yayınlanan Perry Link’in yazdıkları daha da ilginç ve pek bilinmeyen bilgiler içermekte…
Link, Çinli liderlerin vatandaşlarını Ortadoğu devrimlerinin “olumsuz etkilerinden” korumak için önlemler aldığını ve bunların başında internet ortamını kontrole yönelik önlemler olduğunu yazıyor. Link’in Pekin’deki kaynaklarından aldığı bilgilere göre zaten sıkı internet filtreleme stratejisi kullanan Çin bu önlemleri artırarak yaratacağı sanal abluka sayesinde vatandaşlarını “korumayı” amaçlıyor.
Bunun yanında sms kullanımını da denetlemeyi amaçlayan Pekin yönetimi ilk etapta birçok kişiye aynı anda zincirleme sms mesajı yollamanın önünü aldı. Çin yönetimini elinde tutanların gerektiğinde tıpkı son bir yıldır Sincan bölgesinde yaptığı gibi interneti tamamen yasaklaması mümkün mü? Tüm gelişmesini küresel ticarete endeksleyen bir ülke böyle bir çılgınlığı yapabilir mi? Yaparsa bu ülkede üreten, ihracat yapanların durumu ne olur?
İmkansız anlamına gelecek böylesi gelişmeyi bir yana bırakıp son sanal yasaklamaların gülümseten anekdotlarıyla bitirelim geleceği hatta çoğumuzun kaderini belirleyecek netameli konuyu…
Örneğin Çin son bir haftadır ‘Mısır’ çağrıştıran tüm sözcükleri yasakladı. Yasak dalgasına karşı sanal aktivistler yaratıcılıklarını konuşturmakta: Örneğin her ne hikmetse filtrelenmeye başlanan Mübarek’ ten esinlenerek Çin Devlet Başkanını Mu Jintao olarak adlandırmaya başladılar bile…
Ve tabii önce Mübarek son olarak ta Kaddafi’nin işaret ettiği dış düşmanlara karşı Çin Propaganda Bakanlığı meydana gelen olayların arkasında sadece toplumsal düzeni bozmayı amaçlayan bazı eşkıyaların olduğu fikrini topluma çok etkili biçimde yaymaya çalışmakta…
Anlatmaya çalıştığım gelişmelerin çoğu kafaları karıştırması kaçınılmaz…
Ama perde önünde izlediklerimizin perde arkasıyla ilgili olasılıkları karmaşıklıklarına rağmen anlamak, en azından anlamaya çalışmak…
Geleceğin vizyonu biraz da komplo kokan teorilerden geçiyor, elden ne gelir?