28 Şubatın Üniversiteleri… Uğur Oral’ a mektup -4-

Ve son serzenişinizle ilgili küçük bir not: Sizinle girdiğimiz o tartışmaların oğlunuzun burs parasıyla uzaktan yakından ilgisi yoktu ama her ne hikmetse ve durup dururken gündeme taşıdınız.

Aslında itiraf etmeliyim beni çok ta fazla ilgilendirmiyordu kişilerin özel durumları. Ama bir yandan gençlerin Türk Üniversitelerinde kalması yolunda her yıl Üniversite açılırken konuşmalar yapıp, sıra  tıp bayramında şapka çıkarılacak sözler söyleyen bir yöneticinin kendi oğluna gelince, ortaya koyduğu tavır ve kişiye özgü söyledikleri bana göre çelişkiydi.

Bu tartışmaların hiç bir yerinde olmaması gereken bir insana bilmeden haksızlık ettiysem, üzdüysem kendisinden ve sizden özür dilemek namus borcumdur. Kabul edin lütfen. Ama benim kişisel özürlerim bir vatandaşın devlete olan borcunu ödemiş olmasını, doğal olanın ötesine taşımıyor. Sonuçta borcunu ödeyerek, normal olanı yapmış…

Ve son bir kişisel not: Hakkımda tıpkısının aynısı iki dava açtınız. Üstelik ikincisi birincisinden beraat etmemin hemen arkasından geldi. Ve mahkeme, ikimizin avukatları, zaten sırtında yeterince yük olan yargı, bence anlamını yitirmiş olan o davaya zaman ayırıyor. Her hangi bir amaçla söylemiyorum, sadece bilmenizi istedim…

Elbette en kısa zamanda görüşelim.

Kan davalılar bile zaman içinde oturup barış çubuğu tüttürüyor. Kaldı ki benim sizinle kişisel bir sorunum olmadı hiç bir zaman bildiğim kadarıyla sizin de olmamıştır.

Dünyanın bambaşka bir çağa evrildiği, uzlaşma ve konuşmanın öne çıktığı ve çok daha önem kazandığı bu günlerde farklı yöntemler, ayrı görüşleri savunsa da, tek derdi ülke ve ülkenin geleceği olan bizler oturup konuşmayacağız da kim, nerede, nasıl konuşacak?

Saygı, sevgi ile…

Esen kalın Oral hoca…

Abdullah Ayan

Mersin 2010

**

Hamiş: Bir gün Mersin Üniversitesinin o kara kaplı kitabına konu olacak günlerini kitaplaştıracak biri çıkar da kaleme alırsa utanılası dönemi; diğer yazılarım yanında umarım bu mektubu da ilginç belgeler arasına koyar ve kitabına ekler umudundayım…

Bu mektubu uzunca zamandır yayınlamadım. Korkumdan değil dönem öylesine kötüydü ki yararı olmayacağına inanmıştım. Oysa artık bir dönemin cerahatleri, irinleri akıtılıyor hem de yargı eliyle…

Ve o döneme ilişkin görüntüler akarken televizyonlardan hep bir kare gelip dikiliyor gözlerimin önüne üstelik gitmiyor da mahutluğu, nalet olası ihtimalleriyle.

Kemal Gürüz ve tek tornadan çıkmış diğer Üniversite Rektörleri… Bilimle uğraşmaktan başka meşgalesi olmaması gerekirken, orduyu göreve çağıran pankartların gölgesinde; çoğu  siyah, sizin ise o beyaz cübbenizle, Ankara rüzgârlarına kanat çırptığınız görüntüler…

 Evet, tam da o manzara idi bana kâbus size o günlerde gurur yaşatan tablo.

Oysa size aşina gözler, beyaz cübbesini çekiştirirken dikkatli gözlerden ırak olmaya çalışan Oral’ ı ve arkasında gözlere sokulmaya çalışılan “ordu göreve” pankartını öylesine aleni deklanşörle yakalamıştı ki, başka söze gerek bile yoktu.

Kilitlendiğim veya kenetlendiğim diyelim o itici görüntüler nedeniyle ilk günden beri söylemek istediklerimi söylediğim, söyleyemediğim çıplaklığıyla tekrar edeyim.

Kavga öyle birilerinin sandığı gibi Oral ile Ayan arasında yaşanan basit bir çekişmeden ibaret değildi.

Hele hakkımda suç duyurularında bulunurken ileri sürdüğünüz makamınıza ve kişiliğinize yönelik hakaret gibisinden şeyler hiç değil.

Kâbe olarak vicdanı seçmiş birinin; nereden, kimden gelirse gelsin ve kime reva görülürse görülsün her türlü haksızlığa, zulme karşı çıkma refleksinden kaynaklanıyor ortaya koyduğum bir tavırdı bu.

Dün de böyleydi, son nefesime kadar da öyle olacak…

**Oral dönemiyle ilgili sürecin en sonunda kaleme aldığım mektupla başlayan yazı dizisi unutkan hafızaları uyandırma adına, cadı avına dönen o günlerde kimi insanlara reva görülenleri, imzasız ihbar mektuplarıyla hayatı karartılanları, 28 Şubat sürecinin ardından kurulan “soruşturmacı komitelerinin uygulamalarıyla devam edecek…

Genel içinde yayınlandı

Yorum bırakın