İsimleri değil, sistemi tartışmak… (15.5.2022)

İsimleri değil, sistemi tartışmak…

Erkene çekilmese de bir yıl içinde sandığa gidecek ve sadece yeni Cumhurbaşkanını değil, Erdoğan ile özdeş hale gelen mevcut tek adama dayalı rejimin devam edip etmeyeceğine de karar vereceğiz…

Tüm anketler gösteriyor ki, seçmenin en az yüzde 60’ ı Erdoğan’ a karşı…

Muhalefetin, bu karşı olan çoğunluğu bir araya getirip konsolide etmek ve aritmetik gerçeği sandığa yansıtmak gibi bir hedefe yönelmesi önceliği olmalı…

Gelin görün ki, farklı siyasi görüşlere sahip 6 siyasi partinin oluşturduğu en büyük muhalefet bloku olan Millet İttifakı halen kamuoyu nezdinde ‘girilecek seçimden zaferle çıkarlar’ kanaatini pekiştirmiş değil…

Bir başka ifadeyle Erdoğan’ ı destekleyen ve AKP ile MHP’ den oluşan Cumhur İttifakıyla muhalif Millet İttifakı açısından henüz çantada keklik bir tablo yok ortada…

Mutfakların yandığı, milyonlarca insanın geçim derdi bir yana artık açlıkla yüzleşmeye başladığı, ekonomik krizin derinleşerek boyut değiştirdiği mevcut durumda Erdoğan’ ın seçmen desteğini arttırması imkânsız…

Bugünkü Türkiye tablosu, dünyanın neresinde olursa olsun iktidarlara seçim kaybettirir ama halen yapılacak seçimde ‘Erdoğan gider, Millet İttifakı’ nın adayı Cumhurbaşkanı olur’ çizgisine gelinemiyor…

Gelinemiyor çünkü yapılacak seçimlerin kaderini belirleyecek, yeni iktidarın önünü açacak anahtarı elinde tutan ve yüzde 15’ lik tabana sahip Kürtlerin ağırlıkta olduğu HDP tabanı tam olarak kazanılabilmiş değil…

İkircikli ve fotoğrafta yan yana gelinmeme tavrı nedeniyle ülkenin kaderini belirleyecek seçim riske atılıyor…

Oysa meseleyi ittifaklar arası çatışma kısır döngüsünden kurtarıp, yoksulluğu derinleştiren, sorun çözmek bir yana sorunları içinden çıkılamaz hale getiren, sürdürülemeyeceği gün gibi aşikar mevcut rejimin yerine neyin koyulacağı temelli tartışma eksenine taşımak gerekiyor…

Erdoğan’ ın uyguladığı ve artık iflas ettiği gün gibi ortada olan mevcut ekonomik programın yerine ne öneriliyor?

Bir iki istisna dışında ülkeyi Dünyanın en yüksek enflasyonuyla karşı karşıya bırakan ve yoksullaşmayı hızlandırma ötesinde artık hiçbir şey veremeyen Erdoğan ve iktidarına sandıkta ‘kırmızı kart’ gösteren halk, haklı olarak sonrasında kendisini neyin beklediğini şimdiden bilmek istiyor…

Millet İttifakı’ nı oluşturan 6 parti ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ vaadi dışında da seçmene, olası bir iktidar değişikliği ardından başlayacak yeni sürecin nasıl işleyeceğini, neler getireceğini somut bir takvim çerçevesinde anlatmalı…

Erdoğan’ ın gitmesi ve yerine yeni birinin seçilmesiyle sorunların sona ereceği gibi bir beklenti, bugünden çok daha büyük hayal kırıklıklarına yol açar kaçınılmaz olarak…

Örneğin güçlendirilmiş parlamenter sistem deniyor da, soyut kavramların ötesine geçen, atılacak adımlarla ilgili üzerinde oturup konuşacağımız bir manifesto, ülkeyi bugünkü iklimin ötesine taşıyacak demokratik bir rejimin nasıl ve hangi dinamiklerle inşa edileceği hakkında detaylı bir program ortaya çıkmış değil…

Millet İttifakı’ nı oluşturan siyasi parti temsilcileri, kimin Cumhurbaşkanı adayı olacağından çok, seçimlerle oluşacak Meclis aritmetiğine odaklanmazlarsa büyük hayal kırıklıkları kaçınılmaz olarak karşımıza çıkar…

Yeni sisteme dönülünceye kadar Cumhurbaşkanlığı koltuğuna kimin oturacağı elbette yaşamsal öneme sahip ama iş bununla bitmiyor…

Örneğin restorasyon için gerekli anayasa değişikliklerini doğrudan Meclisten geçirmek için 400, referanduma götürmek içinse 360 Milletvekili oyuna ihtiyaç var…

Cumhurbaşkanlığını ister Cumhur, ister Millet İttifak adayı kazansın mevcut tabloda HDP (kapanması halinde o tabanı temsil edecek bir başka parti) desteği olmadan herhangi bir anayasa değişikliği gerçekleştirilmesi neredeyse olanaksız…

Millet İttifakı sadece gösterilecek adayın Cumhurbaşkanı seçilmesine değil, onun kadar önemli Meclis tablosuna odaklanmalı şimdiden…

Mevcut sistemin yerine yenisi ikame edilinceye kadar Cumhurbaşkanlığının kime emanet edileceği, geçiş sürecinde onun izleyeceği yol da elbet çok önemli…

Elde ettiği yetkilerle her şeye muktedir konumdaki makama oturacak ve en geç bir iki yıl içinde elinde tuttuğu o erişilmesi hayli zor gücü meclise devredip sembolik konuma razı olacak, kendisine duyulan güvene halel getirmeyecek, hırslarına yenik düşmeyecek biri…

Cezaevinden seslenen Selahattin Demirtaş’ ın“Ülkemizin içinde bulunduğu kaos ve sürüklendiği çöküşten çıkışının biricik yolu farklılıklarımızla birlikte, ortak akılla hareket etmektir”  önerisini de,

Muhalefetin farklı şekillerde bir araya gelme girişimlerinin toplumsal heyecana, kolektif bir umuda yol açamadığı, toplumun çoğunluğunu tatmin edemediği” uyarısını da Millet ittifakı’ nı oluşturan partilerin ciddiye almasında bu nedenle yarar var…

Mevcudu kaybetmeme kaygısına kapılırken, demokrasi adına destek verecek yol arkadaşlıklarını görmezden gelmenin, hesaba katmamanın nelere mal olacağını Millet İttifakı bileşenleri bir kez daha düşünmeli…

Varsa yapılan bir hesap, yeniden gözden geçirilmeli…

Cumhuriyet kurulurken Mersin liman projesini müzakere eden TBMM… -1-

Cumhuriyet kurulurken Mersin liman projesini müzakere eden TBMM…

İmparatorluğun son döneminde projesi tamamlanan ve 1908 yılından beri gündemi işgal eden Mersin Limanıyla ilgili en ciddi adım ilginçtir genç Türkiye’ nin kuruluş aşamasında atılır..

 Cumhuriyetin ilanından iki gün önce 27 Ekim 1923 günü toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi onca yoğun mesai arasında, Bakanlar Kurulu’ nun hazırlayıp Meclise sevk ettiği Mersin Liman inşaatı hakkındaki kanun tasarısını acilen inceleyip yeniden genel kurula getirsin diye Nafıa Komisyonu’ na havale ediyordu…

Tasarı dönemin İcra Vekilleri Reisi (Başbakan) Ali Fethi Bey (Okyar) imzasını taşıyordu ve kaderin garip tecellisine bakın ki, Fethi Bey tasarının Mecliste görüşüleceği gün kurulacak yeni Cumhuriyet rejiminde Mustafa Kemal’ in elini rahatlatmak amacıyla istifa edecekti…

16 Eylül 1339 (1923) günü toplanan İcra Vekilleri heyetince görüşülen ve Maarif Vekili İsmail Safa beyin “Mersin limanının bir Fransız sermayeli şirkete verilmesine muhalifim” şerhi ve kanuna mesnet teşkil eden sözleşmenin de ekinde yer aldığı kanun tasarısı üç maddeden oluşuyordu:

Madde 1. — Türkiye Büyük Millet Meclisi Nafıa Vekâletiyle Fransız tebaasından Mühendis K. Gronbilâd ve şürekâsı beyninde Mersin’­ de liman ve rıhtımlar ve müteferriatı inşa ve işletilmesine dair imtiyaz mukavele ve şartnamesi Büyük Millet Meclisince kabul ve tasdik edilmiştir.

Madde 2. — İşbu kanunun tatbik ve icrasına İcra Vekilleri memurdur.

Madde 3. – İşbu kanun tarihi neşrinden muteberdir.

TBMM’ de görüşülüp kabul edildikten sonra yürürlüğe girecek kanun taslağının ekinde, 1908 yılında planlanan ve 1909’ da dönemin Nafia Vekili Bedros Hallaçyan’ ın bizzat Mersin’ e gelerek sınırlarını tespit ettiği, Anadolu’ nun en büyük limanının yapılması amacıyla yeni kurulan ve Meclis adına Türkiye’yi temsil eden hükümet yetkililerinin Fransız Gronblad şirketiyle imzaladığı sözleşme metni yer almaktadır..

Yakından incelendiğinde görüleceği gibi, sözleşmede yer alan taahhütler gerçekleştirilse Mersinin çehresini tümüyle değiştirecek ve açılacak bulvarlarından elektrikli tramvayına, elektrikle aydınlatılmasından kanalizasyonuna, modern bir lojistik/ticaret kentinin doğmasına yol açacak bir kent tasavvur ediliyordu…

Sözleşmenin birinci maddesi imzalayan tarafları şöyle tanımlıyor:

“Bir taraftan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adına Nafıa Vekili Feyzi Beyefendi (soyadı kanunu ardından Pirinççioğlu soyadını alacaktır),

diğer taraftan Paris’te Korsel sokağında 178 numarada esbak nüzzardan (eski nazırlardan) Leon Möjo veya Novil sokağında 19 numarada Raberga Bromojo namlarına ve kendi namına hareket eden Paris’te Ranelak Sokağında 137 numarada Mühendis K. Gronblâd”

Ardından yapılacak işler sıralanır liman sınırlarını kapsayan haritanın da ekli olduğu mukavelede:

“ Buna göre şartnameye uygun liman ve rıhtım yapımını tüm masrafları, zarar ve hasarı da imtiyaz sahibi şirket üstlenecektir.

Gümrük resmi ödenmemiş eşyanın ithal ve muhafazasına mahsus gümrük antrepoları ve ithal ya da ihraç edilen yanıcı maddelere özgü hususi antrepolar, her nevi emtiaya mahsus üzeri açık ve örtülü depo ve mağazalar zahire (hububat) yıkanma ve temizlenme ve muhafazasına mahsus silolar,

Yanaşma rıhtımları üzerinde raylar üzerinde vagonların hamulesini vapurlara ve vapurların hamulesini vagonlara doğrudan doğruya tahmil ve tahliye ve nakledebilecek tertibat,

Emtia, eşya, zahire ve sairenin gerek gemilerden vagonlara ve gerek vagonlardan ihracı veya tahmili ameliyelerini kolaylaştıracak sistemlerle, mekanik sistemler…”

İcra Heyetinin TBMM’ ye sevk ettiği kanun metninin ekindeki dosyada Ticaret Umum Müdürlüğünün projeyi tüm yönleriyle ele alan oldukça kapsamlı görüş ve önerileri de yer alır..

Maddeler halinde yer alan açıklamaları günümüz diliyle de anlaşılır biçimde özetlemeye çalışayım:

1. Sermayesinin bir kısmı (Nısfı veya nısfından fazlası) şirket tarafından ve diğer kısmı (Kısa vadeli ve yüzde 6 ilâ 7 faizli Milli Hükümet ve şirket taraflarından teminatlı hisse senedi ihracı suretiyle) Hükümeti Miİliye tarafından vâz’edilmek şartıyla yapılan tekliftir ki, bu halde bu temettüatı sâfiyeye iştirak, hisseler nispetinde olacaktır.. (kurulacak şirketin sermayesinin %50 ve fazlası Fransız Gronblâd tarafından koyulurken geri kalan sermaye payı Hükümet ve şirketin teminatı altındaki hisse senedi ihracıyla karşılanacak. Net kâra iştirak te bu hisseler oranında gerçekleşecek)

2. Liman tesisatına ve sahilde kazanılacak arazi imlâsına muktazi (gerekli) sermayenin kâmilen şirket tarafından vaz’edilmesi halinde Hükümeti Milliyenin gerek liman ve gerekse arazinin işletilmesinden tahassül edecek temettüatı sâfiyeye (elde edilecek net kârdan ortaklara dağıtılacak pay) tarz ve miktarı iştiraki bilmüzakere kararlaştırılacaktır. (Fransız Gronblad payına düşen %50 ve fazlası anlamına gelen sermayeyi tümüyle koyarsa Hükümet te liman ve sahilde kazanılacak sahanın işletilmesinden doğacak kazancın nasıl paylaşılacağını müzakereyle kararlaştıracak)

Ticaret Genel Müdürlüğü liman ve sahadan elde edilecek kazancın paylaşılmasıyla ilgili iki öneride bulunur:

A) Gerek liman ve gerekse arazi işletilmesinden tahassul edecek temettüatı safiye mecmuundan (elde edilecek net kârdan) Hükümete yüzde on beş verilmesi yahut:

B) Liman işletmesinden tahassul edecek temettüatı safiyeden yüzde yirmibeş ve arazi işletilmesinden mütahassıl temettüatı sâfiyeden de yüzde oniki verilmesi (liman işletilmesinden elde edilecek net kârın %25’ i ve arazi işletilmesinden kaynaklı net kârın %12’ si)

3. Her iki şekilde de şirket tamamen nizamat ve kavanîni Hükümete tabi bir şirketi Osmaniye olacaktır. (kurulacak şirket Türkiye hükümetinin nizam ve kanunlarına tabi olacak)

Ticaret Genel Müdürlüğü yapım ve işletmeyle ilgili iki alternatif projeye göre önerilerde de bulunuyor:

“-Hâlihazırda vapurların yanaşmasını eşyayı ticariyenin tahmil ve tahliyesini teshil ve tesri’ (yükleme boşaltmayı kolaylaştırma ve hızlandırma) maksadiyle ikinciye nispeten daha basit ve üç sene zarfında inşaatının hitamı (bitirilmesi) taahhüd edilen, 35 milyon frank sarfiyle vücuda gelebileceği tahmin olunan projedir.

İşbu proje:

A) Tulü (uzunluğu) 1300 metre kadar; arzı fevkanisi (liman sahasının üstü) 404 ilâ 500 metre ve alt kaidesi bittabi (doğal olarak deniz irtifaına (yüksekliğine) tabi bir dalgakıran duvarı inşası,

B) Rüzgâr istikameti umumiyesi (genel rüzgar yönü) proje üzerinde tespit kılınmıştır. (Bunda evrakı esasiyesi tahkik ve icabına göre dalgakıran istikameti tadil olunabilir. – yapılacak kapsamlı araştırmaya göre dalgakıran yönü değiştirilebilir)

Ş)  Liman on adet 15 bin tonluk vapurların barınmasına müsait bir tarzda tasavvur ve tertip edilmiştir. (Ticari istatistiklere nazaran tevsii mülâhaza olunabilir -genişletilebilir)

C) Liman dâhilinde vapurların yanaşmasına mahsus bir rıhtım ve keza mevaddı muştai (yanıcı maddelerin)[1]tahmil ve tahliyesine hadim (hizmet veren) diğer bir rıhtım inşa edileceği (Tul ve arz ebatlariyle –en boy boyutları- su derinliği kati projesi üzerinde tespit olunacaktır.)

D) Asıl rıhtımla yanaşma ve mevaddı muşta (yanıcı maddeler) ile rıhtımları üzerine şimendifer, dekovil hatları (60 cm ve altında aralığa sahip eşya taşıma amaçlı raylı sistem) tesis elevatörler (dökme yükleri yükseltmeye yarayan düzenekler) ve sair vesaiti tahmil ve tahliye tesis olunacaktır.

F) Asıl rıhtım üzerinde gümrük binası, şimendifer için istasyon ve antrepolar, hangarlar ve saire ihtiyacatı ticariyeye (ticari gereksinimlere) göre inşa edilecektir. (Mebanii mezkûrenin mevaki ve tertibatı Hükümetçe kararlaştırılır.)

 S) Bunlardan başka limanın ve hattâ şehrin elektrikle tenviri, yolların tanzimi, lâğımlar inşası, elektrikli tramvay yapılması ve yeniden mebani (binaların) inşasıyla asrî bir şehir vücuda getirilmesi teklif olunuyor.

Birinci projenin genişletilip büyütülmesinin önerildiği ikinci projeyi de Ticaret Umum Müdürlüğü maddeler halinde şöyle sıralıyor:

“ A) Vapurların kömür alabilmesini teminen dalgakırana bir kömür rıhtımı ilâvesi.

B) Gaz ve sair mevaddı müştailenin (yanıcı maddelerin) vapurlardan borularla tahliyesine mahsus ve üze rinde depoları havi esas rıhtıma diğer bir yanaşma rıhtımı ilâvesi.

C) Esas rıhtımın denize doğru bir miktar dalıp, tevsii (genişletilmesi).

D) Liman işletilmesinden alâkadar bilcümle kumpanya ve sair müessesat (diğer kurum/kuruluş) memurlarının ikametlerine mahsus esas rıhtım üzerinde bir mahalle tesisi.

H) Liman haricinde bahçe ve deniz banyolarını muhtevi (kapsayan) bir mahalle tesisi.

S) Bu tevsiatta (genişlemede) depo ve antrepo gibi mebani (binalar) daha vâsi (geniş) ve müştemilâtı (donanımlı) olarak tasavvur edilmiştir. (Masraf olarak da seksen milyon frank tahmin edilmektedir.)

Gerçekleşse, Mersin’ i sadece liman kenti olarak değil, tüm alt ve üst yapısı, yaşam kalitesiyle de Akdeniz’ in cazibe merkezi haline getirecek projeyi kapsayan kanun tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi görüşmeleri ve resmi tutanaklar eşliğinde o günden bugüne ışık tutacak çok renkli bir yolculuğa çıkaracağım yazı dizisi devam edecek…

Cumhuriyet dönemi yazarların Mersin izlenimleri -11-

(Aka Gündüz’ün gözüyle 1910 ve 1936 Mersini)

Cumhuriyet dönemi yazarların Mersin izlenimleri -11-

(Aka Gündüz’ün gözüyle 1910 ve 1936 Mersini)

Cumhuriyet dönemiyle birlikte gazeteci ve yazarların ziyaret ettikleri Mersin hakkındaki izlenim ve gözlemlerini kendi kalemlerinden alıntılarla ele almaya çalıştığım yazı dizisini Aka Gündüz ile noktalayayım istiyorum..

1958’ de vefatının ardından Yeni Mersin gazetesinde yayınlanan ve içeriğinden 1954 yılında kaleme aldığı anlaşılacak mektubunda Aka Gündüz, Mersin’ e yolunun 1910 ve 1936 yıllarında iki kez düştüğünü yazar…

Bu makalede olduğu gibi yer vereceğim mektubunda 1910 ziyaretlerini oldukça detaylı biçimde ele alırken, Adana’ da Cemal Paşa Valilik yaparken kendisinin de Vilâyet idare meclisi başkâtibi görevinde bulunduğunu, hafta sonları polis müdürü arkadaşıyla Mersin’ e kaçamaklar yaptıklarını detaylı biçimde anlatır.

Anlatır anlatmasına da, Mersin’ i sıkça ziyaret etmesine vesile olduğunu ifade ettiği dönemin Mutasarrıfı Ferit Paşa’ dan söz eder ki, resmi kayıtlar bir yana yaptığım oldukça kapsamlı tüm araştırmalara karşı Mersin’ de Ferit Paşa isminde bir Mutasarrıfın varlığına rastlamadım…

Aka Gündüz 1954 tarihli mektubunda oldukça detaylı biçimde “Mersin mutasarrıfı sivri beyaz sakallı,  Ferit Paşa Beyrutlu kibar bir aileden, muhterem bir insandı. Meşhur Sursuk’ lardan da ziyarete gelenler bulunurdu.” Bilgilerine yer veriyor…

1910’ ların Mersinine, bugünkü Balık Pazarı ve Kasaplar Çarşısı, Zeytinlibahçe caddesinin neredeyse tamamı ve bugün de tüm ihtişamıyla ayakta durmaya çalışan Azak Han karşısındaki iş hanları gibi pek çok gayrimenkul edinmiş Lübnan’ ın önde gelen ailelerinden Sursouk’ lar damga vurmuş ama Ferit Paşa isimli bir Mutasarrıfı yok kentin… (Kaynakça olarak gösterilen araştırmalarda da ilginçtir Kurtuluş savaşından önceki son mutasarrıf olarak 1904’ te görev yapan Nazım Paşa dışında 1920’ lere kadar başka isme rastlanmaz.)

Gelelim Aka Gündüz’ ün anlattığı 1910’ ların çok renkli ve 1936’ nın toz tufanı ve çamur deryasında yüzen, çürük tahta iskelesi, deniz kenarındaki o palas pandıras oteliyle hafızasına kazıdığı Mersin’ e:

“Rahmetli Fuad kardeşin oğlu, babasının ‘Yeni Mersin’ gazetesi için bir yazı istedi.

Hay hay yeğenim.

Mersin için ne yazabilirim ki?

Kırk dört yıl önce Adana vilâyeti idare meclisi baş kâtibi iken ikide bir Mersine kaçamak yapardım. Kaçamak diyorum çünki; sonraları Maliye Nazırı ve Suriye’ deki Türk orduları başkumandanı olan ve en son Moskoflar tarafından Tiflis’ te yaylım ateşle şehid edilen rahmetli büyük Cemal Paşa Adana Valisi pek zaplı bir zattı. İkide bir izin koparmak için mazeret isterdi.

Ben de polis müdürü Hüsnü beyle söz birliği edip Perşembe günü ikindi treni ile Mersine koşar ve cumartesi sabah treniyle Adanaya dönerdik.

Bu sıvışmalarımızın üç sebebi vardı. Birincisi Mersin mutasarrıfı sivri beyaz sakallı, muhterem Ferit Paşayı ziyaret ederek biraz laf atmak… Ferit Paşa Beyrutlu kibar bir ailedendi. Meşhur Sursuk’ lardan da ziyarete gelenler bulunurdu.

Bu ziyaretlerimiz Paşayı görmekten ziyade fasılasız üç dört gün poker oynamak içindi. Bilmem o şen ve çoğu şipşirin narin madamlar hala masada ful kare açıyorlar mı? Hele bir tanesine pek tatlı “hararetli” sempati duyguları beslerdim. Fakat oyundan hiç baş alamadığım için bir defacık olsun üç dakikalık fırsat bulup bu duygularımı bildirmek rolünü yapmaya muvaffak olamamıştım.

Kırk dört yıl sonra aynı ateş derecesinde duygularla noktası noktasına hatırladığımdan da ne kıratta olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Mersin ziyaretlerimin ikinci sebebi de şu idi: Taze bir dul olan Sakız’ lı madam Omurfula (….) yı bulup uzun birkaç saat baş başa pek samimi bir yarenlikte bulunmak. Tüyden bir kürdan gibi ince ve zarif olan o salon kraliçesini fahri Fransız konsolosu Mösyö Jeofrua’ nın evinde tanımıştım. Bu esmerce, zambak endamlı Helen şairesi ile ahbaplığımız bir seneye yakın devam etti. Sonra Mısır hazinesine hâkimî mutlak İngilizlerden birisiyle Londra’ ya gitti. Ne yazık ki nikâhında bulunamadım hala eseflenirim.

Üçüncü sebep te Selanik’ ten dostum olan baş komiser deli Nuri’ yi görmek içindi. Allah rahmet eylesin..

İşte Mersinden bana kalan birkaç hatıra; başka bir şey yok..

Bundan 18 yıl önce de ikinci defa uğradım. O zaman Fuad kardeşimin gazetesi yedi yaşına basmıştı.

Çıplak kafası, pırıl pırıl zeki gözleri, şen kahkahaları hafızamdan silinemeyecektir. O acele etti. Bari onun yerine oğlu çok yaşasın. Zati kaç kişi kaldık ki? Fuad’ ı hürmet ve rahmetle anarken Adana’ daki Ahmet Remzi Yüreğir kardeşi unutmak mümkün müdür? Şuna kanaat getirdim ki, hayatlarında samimi, garezsiz sevişen arkadaşlar göçtükten sonra daha çok seviliyorlar..

Şimdi istediğin yazı işine geleyim aziz yeğenim..

Mersini en son görüşüm 18 sene oldu, nasıldır bilmiyorum..

İstasyonla çarşı arası yine toz tufanı ve çamur deryasında mı yüzüyor?

Çürük tahtadan iskelesi halen o kırk, dökük, çatlak patlak mıdır?

Deniz kenarındaki o Palas Pandıras oteli yine gelen müşterilerine aldırmıyorlar mı? İskele meydanındaki Şam şerifli tütüncü yine Türk müşterilerine kaba muamele edip tokat yiyor mu?

Allah sağ avucumun günahını bağışlasın. Eğer birinci cihan harbinin mütarekesinde olmasak maazallah beni uzun entarili, uzun fesli, kepçe kulaklı baba hasenlerine mutlaka astırırdı.

Evet bunların hiç birini bilmiyorum. Şu günlerde yolum düşerse geleceğim. Yeni Mersin’ e başka ne yazabilirim? Politikadan bahsedemem, o kadar aşağılaştı ki tiksiniyorum. Balaban (yani âli) siyasete aklım ermiyor. Hoş kimsenin de aklı ermiyor ya!..

Dünyayı sadece lafla ve lafla düzene koymak isteyenlere bakınca insanın avaz avaz haykıracağı geliyor; Voyvooo…

Elhasıl aziz yeğenim hele bir düşüneyim. İstediğin yazıyı yahut yazıları yazmağa bir gün olur karar vermeye çalışırım.

Sana ve öz Mersine selâm ederim..” *

*Aka Gündüz’ ün 7 Kasım 1958’ de vefatının ardından 8 Kasım 1958 günkü Yeni Mersin gazetesinde yayınlanan mektubu

Behçet Kemal Çağlar, Burhan Belge, Cihad Baban, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Emin Yalman

ÇED revizyonu Mersin Metro projesini nasıl etkileyecek? -2- (26 Nisan 2022)

ÇED revizyonu Mersin Metro projesini nasıl etkileyecek? -2-

Önceki makalede ihale süreci tamamlanmış ve yer teslimi yapılmış Mersin hafif raylı sistem veya kamuoyundaki tanımıyla Metro projesinin ‘revize’ edilmiş yeni haliyle ‘ÇED Gerekli Değildir’ dosyası için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mersin il Müdürlüğüne yaptığı başvuruyu ve sonrasında ortaya çıkan yeni durumu ele almaya çalışmıştım…

O makalede değindiğim gibi 31 Mart 2019 seçimlerinde eski Büyükşehir Başkanı Kocamaz’ ın yerine seçilen yeni Başkan Seçer Raylı Sistem Projesini deyim yerindeyse kucağında buldu…

Güzergah, depo (garaj) alanı gibi önemli değişiklikler yanında projenin tümüyle ve her bakımdan yeniden ele alınmasını gerektiren asıl adım sistemin önemli bölümünün yer üstünden yer altına alınması gibi değişikliklerin bir kısmı 29.12.2017 tarihinde karara bağlanan ‘ÇED Gerekli Değildir’ dosyasında yer alan projeden farklıydı…

Bu durumda gidilmesi gereken tek yol vardı:

Çevre Kanununa dayanarak yayınlanan yönetmeliğe ve onaylanan projede verilen taahhüde uygun yeni başvuru yapılması…

Çevre Yönetmeliği 16. Madde hükmü açık:

“Bakanlık, “ÇED Olumlu” kararı veya “ÇED Gerekli Değildir” kararı verilen projelerle ilgili olarak, Nihai ÇED Raporu ve/veya “ÇED Gerekli Değildir” kararına esas Proje Tanıtım Dosyasında taahhüt edilen hususların yerine getirilip getirilmediğini izler ve denetler.

Proje sahibi “ÇED Olumlu” veya “ÇED Gerekli Değildir” kararını aldıktan sonra projede yapılacak bu Yönetmeliğe tabi değişiklikleri Bakanlığa veya Valiliğe bildirmekle yükümlüdür”

Aralık 2017’ de Mersin Büyükşehir Belediyesi’ nin Çevre ve Şehircilik Bakanlığına yaptığı ÇED başvuru dosyasında da bu yükümlülüğe atıfta bulunan taahhütname yer alıyor. Aşağıdaki ifade dosyanın 84. Sayfasından:

“(…) Hattın işletilmesi ve kapatılması sırasında çevre kirliliğine neden olacak ve çevreye herhangi bir zarar ya da kalıcı etkisinin olmayacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda 2872 sayılı Çevre Kanunu ve kanuna bağlı olarak çıkarılmış ve çıkarılacak yönetmelik hükümlerine ve yönetmeliklerde yapılacak değişikliklere riayet edilecek olup uygun şekilde çalışılacaktır.

Ayrıca proje kapsamında herhangi bir proses değişikliği, kapasite artışı veya alan genişletilmesi planlanması halinde Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ ne gerekli başvurular yapılmak suretiyle alınmış olan izinleri (ÇED Görüşü, Çevre izni vb.) yenileyeceğimizi beyan ve taahhüt ederiz.”

Gerek yasal mevzuat gerekse de Büyükşehir Belediyesinin verdiği taahhüt hiçbir yoruma yer bırakmayacak açıklıkta iken süreç bakın nasıl gelişiyor:

2019 seçimleri yaklaşırken ve henüz adaylığı sekteye uğramamışken Kocamaz bir basın toplantısı düzenleyip istasyonları ve tüm hatlarıyla yer altına inen ‘Metro’ müjdesini veriyor.

Bastırılan tanıtım kitapları, kataloglar, kentin dört yanını süsleyen yer altındaki istasyonlara yanaşan vagonlar, vagonları bekleyen mutlu insan tabloları… Her şey ÇED dosyasında yer alan ve İstiklal Caddesi dışında kalan tüm güzergâhın yer üstünden gideceği projeden farklı…

Ardından Seçer geçiyor Büyükşehir’ in başına…

Ve projede pek çok yeni değişiklik yapılıyor.

Öncelikle 2017 dosyasına itiraz şerhi koyan Mezitli Belediyesinin de dikkat çektiği ‘depolama alanı’ yanlışını düzeltme gayesiyle Mezitli kuzey batısı için önerilen Depo ve bakım atölyeleri yerini oradan kaldırılıp eski otogar altına alınması, güzergahta yer alan ve Mezitli batısına kadar uzanan bölüm kaldırılırken, bu kez hat tren garı altından eski otogara uzatılıyor…

Bunların tümü hem proses değişikliği hem de sistemin yer altına alınması sonucu ortaya çıkacak hafriyat, toz emisyonu gibi çevreyi doğrudan etkileyecek değişiklikler…

Yapılması gereken Çevre Müdürlüğüne başvurup en azından revizyon projeye gerek duyulup duyulmadığı…

Bu yapılıyor mu? Hayır…

Uyarı görevimi yaptığım danışmanlık şirketi sahibi “telefonla sordum, yerin altına alınmasından memnuniyet duydular” gibisinden akıllara seza yanıtlarla konuyu geçiştiriyor…

Sonra ne mi oluyor?

İhale kesinleşip yer teslimi yapıldıktan, CHP ve İyi Parti Genel başkanlarının katılımıyla temel atıldıktan ve Seçer’ in ifadesiyle ‘inşaat başladıktan’ sonra Çevre Müdürlüğü’ ne başvuruyor 2017 ve 2022 revize dosyalarını hazırlayan (aynı) şirket…

Değişiklikler ışığında Revize edilen ‘Hafif Raylı Sistem Hattı’ için ÇED görüşü soruluyor..

Tarih 3 Mart 2022..

Alınmış olan Aralık 2017’ deki ÇED gerekli değildir onayından 4 yıl 4 ay sonra…

10 Mart günü Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü yanıt veriyor:

“ (…)  hattın uzatılması, istasyon noktalarının çıkarılması, yerlerine yenilerinin ilave edilmesi*, depo sahasının değiştirilmesi ve tamamının yer altına alınması ve bunun gibi büyük değişiklikler meydana getireceği anlaşıldığından, planlanan revizyon projenizin ÇED yönetmeliği 16. Maddesi gereğince Çevrimiçi ÇED Süreci Yönetim Sistemi üzerinden talep edilen bilgi-belgeler ile birlikte yapılması gerektiği tespit edilmiştir”

Bu ne demek?

Kurum görüşleri, yer ve zemin etütleri, hafriyat** ve toz emisyon değerleri ve daha pek çok faktörün göz önüne alındığı ÇED sürecinin yeni baştan ele alınması…

Bunların hiç birine gerek kalmadan sistemin yer üstünden yer altına alınmasına karar verilen ilk günlerde değişikliklere uygun yeni bir ÇED dosyası hazırlansa bugün ortaya çıkan sorunların hiç biri yaşanmaz, hesapta olmayan ve zaman kaybına yol açacak süreç yaşanmazdı…

Finansman, dış kredi sağlanması, artan maliyetler ve eskiden kamu kurumlarının kapılarını aşındıran müteahhitlerin, önünü göremeyen tedarikçilerin ortadan kaybolması gibi elde olmayan etkenler yanında elimizle doğurduğumuz gecikme…

Umarım sorun tez zamanda çözülür de, umutlar başka baharlara kalmaz…

*Mezitli batısındaki hat iptal edilip güzergah eski otogar altına uzatıldığı için hem mesafe hem istasyon değişiklikleri söz konusu..

** Depo alanı ve atölyelerin yer altına alınmasıyla çok ciddi bir ek hafriyat söz konusu olmasına rağmen revize proje dosyasında bu konuda bilgi ve veriye rastlamadım. Oysa Mersin metrosuyla ikiz olacak kadar benzer İzmir Buca metro sisteminde depo ve bağlantıları amaçlı yapılacak hafriyat miktarı 442 bin m3 (diğer ifadeyle 707 bin ton)..

Bu ve benzeri pek çok detaya bakıldığında revizyon projesinin de revizyona ihtiyaç duyması kaçınılmaz gibi görünüyor…

ÇED Revizyon süreci Mersin Metro Projesini nasıl etkileyecek… (22.04.2022)

ÇED Revizyon süreci Mersin Metro Projesini nasıl etkileyecek…

2017 yılında alınan ‘ÇED gerekli değildir’ raporuna temel teşkil eden Mersin hafif raylı sistem projesi ve 2019 yerel seçimleri öncesinde dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Kocamaz’ ın tanıttığı ‘metro’ projesi* arasındaki çelişkileri, bilimsel verilere dayalı gerçeklerle kamuoyuna anlatılanlar arasındaki farkları anlatmaya çalıştığım çok sayıda makalenin sonuncusunu ihale sürecinin tamamlanmasının ardından Temmuz 2021’ de kaleme aldım.**

Ve o makalede ülkenin girdiği ekonomik krizin de etkisiyle projenin hayata geçirilmesindeki en ciddi sorunun finansman bulma güçlüğü olacağını vurgulayarak kendimce konuyu kapattım…

Dört yıl boyunca ÇED dosyası ile ihale şartnamesine temel teşkil eden projenin birbiriyle uyumsuzluğuna dikkat çeken ve derdini anlatamayan biri konumunda olmak ve uyarılarıma karşı, birilerinin beni neredeyse ‘metro düşmanı’ ilan etmesine karşı neredeyse savunma durumunda kalmak yeterince yorucuydu zaten…

İhale tamamlanıp yer teslimi aşamasına gelindiğine göre, sürekli olarak dile getirdiğim ‘metro maliyeti nedir, finansman sorunu nasıl çözülecek?’ sorularının da artık bir anlamı yoktu.. Olumlu tarafından bakmak ve ‘İdare bir biçimde projenin o boyutuna bir çözüm formülü geliştirmiştir’ diye düşünüp süreci doğal akışı içinde izlemek gerekir dedim…

Bu gerçekler ortadayken konuyu yeniden gündeme getirmenin gereği ve anlamı var mı, sorularına da yanıt verecek çok önemli bir gelişme oldu…

Mersin Büyükşehir Belediyesi 2017’ deki ÇED dosyasına dayalı metro projesinin değişikliğe uğraması nedeniyle ihale ışığında yeni ‘Revizyon Projesini’ hazırlatıyor ve Mart 2022’ de Çevre ve Şehircilik Müdürlüğüne sunuyor…

Müdürlük; “planlanan Hafif Raylı Sistem Hattı Revizyon Projesi ve ÇED Gerekli Değildir Kararı verilen Mezitli-TCDD Garı Hafif Raylı Sistem Hattı Projesi arasında hattın uzatılması, istasyon noktalarının çıkarılması, yenilerinin ilave edilmesi, depo sahasının değiştirilmesi ve tamamının yer altına alınması … vb. gibi büyük değişiklikler meydana getirileceği anlaşıldığından, yeni revize dosyası ile ilgili işlemleri başlatıp kamuoyuna duyuruyor…

Şimdi Metro projesiyle ilgili ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı için yasal prosedürleri tamamlayacak, değişikliklerden etkilenecek kurumlardan görüşler alınacak ve gerçekleşecek yatırıma uygun proje onaylanmış olacak…

Yapılması gereken buydu ve gecikmeli de olsa doğru yönteme başvurulması sevindirici…

Ama söylemeden geçemeyeceğim, yaptığımız uyarılar dikkate alınsa bu süreçlere gerek kalmaz, daha ihale aşamasında hatta ondan da önce ortaya çıkan zorunlu değişikliklere dayalı ÇED revizyonu çok daha önce gerçekleştirilebilirdi…

Burada hakkını vermeliyim; 2019’ da seçilmesinin ardından yeni Büyükşehir Başkanı Seçer, Kocamaz döneminde hazırlanan ve deyim yerindeyse ‘kucağında bulduğu’ proje üzerinde akıllıca kimi değişiklikler yaptı.

Yaptı yapmasına ancak o değişikliklerin mutlaka ÇED revize projesiyle yasal temele dayandırılması gerektiği hususunda korkarım ki, Kocamaz döneminden beri projeyi üstlenen Müşavirlik firmasının sözlü olarak aldığını iddia ettiği taahhütlere gereğinden fazla güvendi…

Daha önce bir makalemde yer verdiğim anekdot, Müşavirlik firmasının Mersin Metro projesini yönetme anlayışını çarpıcı biçimde anlatacaktır diye düşünüyorum…

Seçilmesinin ardından Seçer’ in, Metro projesini yeni haliyle anlatması, kafalarda oluşan soruları da yanıtlaması amacıyla Müşavirlik Firmasının sahibi Daniel Kubin ile Mersin’ deki neredeyse tüm sivil toplum örgütlerinin, medya mensuplarının yer aldığı geniş topluluğu Ocak 2020’ de Hilton’ da buluşturduğu toplantıdan söz ediyorum…

Yaptığı sunumun ardından Kubin’ e çok sayıda soru yönelttim…

Örneğin  “2017 ÇED dosyasına göre yaklaşık 8 kilometresi hemzemin (yer üstünden) yöntemle kat edecek ve 7 istasyonu yine hemzemin (yer üstünde) yer alacak projeyle, sunumu yapılan ve tümü hatları, istasyonlarıyla yerin altına inecek proje arasındaki farklar Çevre Etkilenmesi bakımından ciddi farklar olduğunu bu nedenle yeni bir ‘ÇED Gerekli Değildir’ başvurusu yapılıp yapılmadığını” sordum..

Aldığım yanıt Müşavirlik firmasının başındaki kişinin süreçleri yönetme anlayışını göstermesi bakımından hayli çarpıcıydı……

Kubin, ÇED belgesini veren yetkililerle görüştüğünü, yetkililerin kendisine ‘sistem yer altına iniyorsa çok daha iyi en azından gürültü kirliliği azalacak, bu ÇED sürecini etkilemez’ dediğini nakletti…

O toplantı ardından kaleme aldığım 24 Ocak 2020 tarihli makalede şu tespiti yapmıştım:

“Kubin’ in soruma karşı yaptığı açıklama birkaç nedenle sorunlu.. Öncelikle böylesine kritik ve kentin yaşamını, inşaat boyunca insanların sağlığını etkileyecek bir konuda görüş sözlü alınmaz. Bu konuda yazılı görüş istenmeli ve dosyaya konulmalıydı. “***

Söz uçar, yazı kalır’ gerçeğini bir kez daha ve bedel ödeyerek öğrenmiş bulunuyoruz…

ÇED Revizyon dosyasını gerekli kılan değişiklikler sistemin tümüyle yer altına alınmasıyla sınırlı değil…

Örneğin Mezitli’ den başlayan 7 istasyona eklemlenecek otoparklardan söz ediliyor bu da 2017 ÇED dosyasında yer almayan bir yeni durum…

Yeni projede beni sevindiren en önemli detay ise ‘depo’ diye tanımlanan vagon ve lokomotiflerin bakımının yapılacağı atölyeleri de kapsayan bölgesinin Mezitli’ den eski otogar alanına alınmış olması…

Kocamaz dönemindeki projede Mezitli çıkışındaki kuzey batı bölgesindeki açık alana düşünülen depo otogar altına alınıyor ve üstünün de 3 Ocak Meydanı olarak düzenleneceği anlaşılıyor…

Orta öğrenim kurumlarıyla çevrili olmasına rağmen yıllardır ihmal edilen bölgenin canlanması bakımından da gerçekleşmesini umutla bekleyeceğim hayallerden biri…

ÇED yenilenmesi, yer teslimi yapılmış projenin gidişatını nasıl etkiler sorularının yanıtına gelince Büyükşehir’ in Çevre Müdürlüğüne sunduğu Mart 2022 tarihli Revizyon Dosyasında bu konu hem aydınlığa kavuşuyor hem de taahhüt veriliyor…

“Mersin hafif raylı metro proje kapsamında herhangi bir inşaat işlemine başlanmamış olup, ÇED Gerekli Değildir Belgesi alındıktan sonra çevre mevzuatı ve meri mevzuatları gereği gerekli tüm izinler alınarak inşaata başlanacaktır”

Değişiklik ışığında projeden etkilenecek tüm kurumlardan (DSİ, Karayolları, Meski, Enerjisa, güzergahın geçeceği tüm ilçe belediyeleri vb.) görüşler alındıktan sonra ÇED değerlendirme komisyonu toplanıp bir karar verecek ve yapım işine gerekli tüm izinler alındıktan sonra girişilecek…

Bu süreç ne zaman sonuçlanır derseniz?

Bürokrasiye kalmış, yanıtlar bir hafta da sürebilir, yıllar da alabilir…

Yorum size kalmış…

*https://abdullahayan.wordpress.com/2019/04/17/mersin-i-yeniden-metro-masallariyla-avutmayin17-4-2019/

**https://abdullahayan.wordpress.com/2021/04/30/mersin-metro-ihalesi-tamam-gibi-finansman-bulunursa-30-04-2021/

***https://abdullahayan.wordpress.com/2020/01/24/metro-projesinde-cevresel-sorular-sorunlar/

Cumhuriyet dönemi yazarların Mersin izlenimleri, gözlemleri -10- ( A.Emin Yalman’ ın Fahri Merzeci’ ye cevabı)

Cumhuriyet dönemi yazarların Mersin izlenimleri, gözlemleri -10-

( A.Emin Yalman’ ın Fahri Merzeci’ ye cevabı)

Başyazarlığını üstlendiği Vatan Gazetesi’ nin yayınlayacağı Mersin eki hazırlıkları için kente gelen Ahmet Emin Yalman, Belediye Meclisince güvenoyu verilmeyerek ‘ıskat’ edilen Müfide İlhan’ ın başına gelenleri Gazetedeki köşesine taşımasıyla yaşananları ve o ‘ıskat’ operasyonunu yürütüp İlhan’ ın koltuğuna oturan Fahri Merzeci’ nin Yalman’ ı yerden yere vuran mektubuyla sona ermez kavga…

Bu kez Yalman oturup yanıt mahiyetinde bir yazı daha döşenir..

9 Ocak 1952 tarihli Vatan- Mersin ilâvesinde yayınlanan yazısında Yalman yaşananları şöyle anlatacaktır:

“Ekibimizin Mersini ziyareti sırasında orada Belediye Reisliği etrafında şiddetli bir mücadele devam ediyordu. Demokrasi mücadelesi yıllarında büyük bir şevkle davaya hizmet etmiş bulunan ve yıllarca Doğu Beyazıt’ ta, Erzurum’ da, Kırklareli, İstanbul’ da, Ankara Maarif Kolejinde öğretmen sıfatıyla memleket vazifeleri gören, yıllarca da zevcile (eşiyle) beraber Afganistan’ da bulunup görüş ufuklarını genişleten bayan Müfide İlhan, Belediye Reisi seçilmiş ve bu hadise bütün dünyada alakalar uyandırmıştı. Hatta Bayan Müfide, İngiltere hükümeti tarafından Londra’ yı ziyarete davet edilmiş, orada memleketi şerefle temsil etmişti. Ekibimizin vardığı kanaate göre Bayan Müfide İlhan vazifesini büyük bir alaka ile benimsemiş, nefsini belediye işlerine vakfetmişti.

Belediye Meclisinin on reye karşı on yedi rey ile Bayan Müfide’ nin kifâyetsizliğine karar vermesi, Mersine ait bir aile davasıdır. Prensip bakımından işin memleketi alakadar eden tarafı; Türk kadınının umumi hayatta vazife görmesinin bu güzel örneğine haşin şekilde son verilmesi ve bir de can çekişen candan çalışan bir insanın kifayetsizlik kararıyla bir mevkiden ıskat olunmasıydı. Kanun böyle meselelerde İç İşleri Bakanlığına kifayetsizlik iddiasının yerinde olup olmadığına hakem olmak gibi bir salâhiyet veriyor. Şu kadar ki İç İşleri Bakanı, bir ekseriyete karşı veto hakkını kullanmayı demokrasi ruhuna aykırı bulmuş, uzun tereddütten sonra kararı tasdik etmiş, belediyeler kongresi de belediye reislerinin halk tarafından seçilmesini tavsiye suretiyle bu derde esaslı bir hal çaresi aramıştır.

Mersin’ e Belediye Reisi seçilen Bay Fahri Merzeci Akın gazetesinde neşrettiği (Yalman bir önceki bölümde olduğu gibi yer verdiğim yazıdan söz ediyor) uzun bir açık mektupla bu mesele hakkındaki neşriyatımızı tenkid etmiş ve işi yalnız iki taraflı olarak dinlemek üzere beni Mersine çağırmaya vardırmıştır.

Ben kanaatime yalnız bir tarafı dinlemek suretiyle varmadım. Mersini iki ziyaretimde umumi efkarı yoklamaya çalıştım. Şu kadar ki şimdiki reis Fahri Merzeci, bu meselede tarafsız sayılamazdı. Çünkü bayan Müfide İlhan’ ın daha ilk tayininde aleyhte rey vermekle iktifa etmemiş, İlhan reis seçildiği takdirde belediye meclisi azalığından istifa tehdidinde bulunmuştur. Ondan sonra da bu meselede bazı arkadaşlarıyla beraber partiden çekilmek tehdidini kullanmağa devam etmiştir.

Bizce meselenin en esaslı çaresi, belediyeler kongresinin kararını kabul etmek suretiyle Belediye Reislerini halka seçtirmek ve belediye meclislerindeki bu gibi ölçüsüz ve istikrarsız vaziyetlere nihayet vermektir. Bununla beraber Mersini çok sevdiğim ve iki tarafı dinlemeğe daima kıymet kıymet verdiğim için ilk fırsatta Mersin’ i ziyaretten de geri kalmayacağım”

Makalenin Mersin siyasi tarihi açısından önemi, Müfide İlhan’ ın başkanlıktan indirilmesi ile ilgili partisinden bir grupça yürütülen operasyonu perde arkası bilgiler ışığında gün yüzüne çıkarılması…

Örneğin,  “Müfide’ nin görevde kalması” adına kullanılan on oy ile “kifayetsiz olduğu iddiasıyla ıskat edilmesi” yönünde kullanılan on yedi oy…

Oylama sonuçlarından anlıyoruz ki, Belediye Meclisinde muhalefet sıralarında oturan CHP’ li üyeler ‘Müfide kalsın’ derken görevden alınmasını isteyenler birlikte yan yana yıllarca mücadele ettiği DP’ li yol arkadaşları…

 Parti içi muhalefete bayraktarlık eden Merzeci’ nin üstlendiği misyon, yerelde alınan kararı işleme koymama olasılığına karşı, jet hızıyla İç İşleri Bakanlığınca onaylanmasında Bayar ve Menderes ardından en önemli üçüncü isim olan TBMM başkanı ve Mersin milletvekili Refik Koraltan’ ın oynadığı rol…

Günün birinde tarih şaşmaz terazisiyle o günlerde yaşananları değerlendirecektir diye düşünüyorum…

Cumhuriyet dönemi yazarların Mersin ziyaretleri -9- (A. Emin Yalman- Fahri Merzeci düellosu)

 

Cumhuriyet dönemi yazarların Mersin ziyaretleri -9-

 (A. Emin Yalman- Fahri Merzeci düellosu)

Baban’ dan sonra Mersin’ i ziyaret eden bir başka yazar ve dönemin ünlü gazetecisi Ahmet Emin Yalman…

1951 sonbaharında gazetesi Vatan’ ın çıkaracağı Mersin ilavesi kapsamında geldiği kentle ilgili izlenimlerini kaleme alan Yalman 2 ve 13 Aralık tarihlerinde önce Vatan gazetesinin kendisine ayrılan başköşesinde, ardından da Mersin özel ekinde, kentte yaşanan Müfide İlhan- Fahri Merzeci çatışmasını ele almakla kalmaz, neredeyse taraf olur…

Müfide İlhan’ı öven, bilgi ve görgü birikimini ortaya koyan, ‘kifayetsiz’ gerekçesiyle Belediye Meclisince ‘ıskat edilmesini’, 13 Aralık 1951 günü çarpıcı sözlerle eleştiren Yalman’ ın, o günlerde çok etkili olan Vatan gazetesinde yayınlanan makaleleri, Müfide İlhan’ ın yerine geçme hesapları yapan ve 17 Aralık’ ta bunu gerçekleştirecek Fahri Merzeci’ yi çileden çıkarır.

Merzeci ayağının tozuyla, kaleme aldığı ve kendisine yakın Akın gazetesinde 25 Aralık 1951 günü yayınlanan açık mektubunda Yalman’ ı deyim yerindeyse yerden yere vurur.

Hem de çok ağır sözlerle…

Merzeci, Yalman’ ın Mersin gezisini karayolları genel müdürlüğünün organize ettiğinden, tarafgir yayınları nedeniyle gazetenin tirajının düştüğüne varıncaya kadar çeşitli iddiaları gündeme getirir.

 Müfide İlhan’ ın etkisiyle kaleme alındığını iddia ettiği yazıda kendisi ve meclis üyelerinden hiç kimsenin görüşüne neden başvurmadığına kadar, laf sokuşturmaların da fazlasıyla yer aldığı ibretlik bir metindir ortaya çıkan. Aşağıda görüleceği gibi ve bugün de aynı anlayış artarak sürdüğü için pek te şaşırtıcı olmayan üslupla Merzeci, dönemin ülke çapındaki en önemli gazetecilerinden biri olan Yalman’ a siyaset yanında gazetecilik dersi de vermeye kalkar.

Yalman’ da Merzeci’ nin düello davetini andıran mektubuna yine gazetesindeki köşesinden 9 Ocak 1952 günü benzer bir ağırlıkta ve Müfide İlhan’ ı belediye başkanlığından uzaklaştırmak için deyim yerindeyse komplo kurulduğu iddialarını dile getirir.

Dönemin Mersin siyaset iklimini yansıtması bakımından hayli önemli bulduğum atışmayı önce Merzeci’ nin kaleme aldığı mektup ardından da ona yanıt veren Yalman’ ın köşe yazılarından alıntılarla yansıtmaya çalışacağım…

“Vatan Gazetesi Başmuharriri Ahmet Emin Yalman’ a açık mektup” başlığıyla yayınlanan yazıda Merzeci  “Muhterem Üstad” diye başlar ve şöyle devam eder: (Bazı cümle düşüklükleri olsa da yazıyı orijinal haliyle bulacaksınız a.a.)

“13 Aralık Vatan gazetesindeki baş makalenizi teessürle okudum. Bu yazınız doğrudan doğruya Mersin Belediye Meclisine sitemkâr bir ifadeyle kaleme alındığı, ben de bu mecliste bulunduğum için size cevap vermek için ve içine düştüğünüz fasit daireden çıkmanıza yardım ederek bulanan fikirlere berraklık verme lüzumunu hissediyorum.

Umumiyetle bir çok yazılarınızı “davaları islâh” dan ziyade “karıştırıp tereddi ettirmek” hedefine yöneltilmiş gördüğüm için bir takım tezatlar doğuran kanaatleriniz karşısında hakkınızdaki intibalarımı yazmaktan geri kalmayacağım:

Sizi kıymetli bir fikir ve yazı adamı olarak tanıyoruz. 1946′ da meydanı mucahedeye  atılan Demokrat Partinin millet vicdanında gelişmesindeki hizmetlerinizi unutamayız. O, kritik günlerdeki cesur ve hamleci yazılarınız size yurt ölçüsünde bir demokrasi mürşidi sıfat ve itibarını kazandırdı. Fakat bir müddet sonra partinin iç bünyesinde ortaya çıkan ihtilafları tek taraflı ele alarak parti merkez heyetine o kadar insafsız hücumlarda bulundunuz ki bu parçalayıcı neşriyatınızla, yaratılmasında hizmetiniz olan eseri yıkmak ister gibi bir yol tuttuğunuzu esef ve ızdırapla gördük. O zaman hakkınızdaki kanaatlarımız makusen değişmeğe başladı. Şuurlu Türk okuyucusu sizi okumaz oldu. Bu halin gazeteniz sürümüne bile tesir ettiğini elbette hissetmişsinizdir.

(…)

Nihayet kara yolları idaresinin tertiplediği otomobil seyahatinizde iktidar partisinin ve Menderes hükümetinin nasıl çalıştığını, bu çalışmaların milletçe nasıl beğenildiğini, bütün vatan sathındaki muhteşem kalkınmanın akıncı ellerde nasıl gelişmekte olduğunu bizzat yakından görerek eski sakat görüşlerinizden birden bire ayrılarak hakikatleri ifadeye başladığınızı sevinçle müşahede ettik. Bu seyahatinizin intibalarını yazarken rastladığınız akıncı idarecileri, akıncı memurları ve yapıcı teşekkülleri umumi efkar önünde takdir ve teşvik ettiniz. Objektif hakşinas neşriyatınız, yurttaşların saf kalplerinde samimi ve müşfik makesler (yankı) buldu. Değerli baş muharririmizin bu fütuhatını içten bir sevinçle takip ediyorduk.

Şimdi de Mersin Belediyesinin sabık başkanı Müfide Hanım ile Belediye Meclisi arasındaki ihtilafı kaleminize dolayarak makale mevzuu yapmaya başlamış bulunuyorsunuz. Gerçi kanuni cephesinden kesin olarak hal edilmiş olan bu ihtilafın artık üzerinde durmanın faydası yoktur. Ve bu ihtilaf şimdi kati neticeye bağlandıktan sonra değil, daha önce tetkik safhasında iken dahi istendiği kadar körüklense içinden ikinci bir Millet Partisi* çıkamaz, hatta İçel demokratları arasında en küçük bir ikilik doğuramazdı ama ne de olsa meselenin künhüne (içyüzü) vakıf bulunmayan yurttaşları üzer ve tereddüde sevk ederdi. Bugün artık davanın bu yaprağı kapanmış olmasına rağmen sizin sıkça kullandığınız tabirle bu işi büsbütün ‘berrak’ hale getirmek için en kestirme yolu seçerek sizi Mersine davet ediyorum. Gerçi bir ay evvel Mersine gelerek bir gün kalmışsanız da bu ikametinizde yalnız Belediye başkanı ile konuşup dolaşarak Meclis üyelerinden hiç biriyle temas etmediğiniz için müşahede ile intibalarınızın tarafsız olmadığına işaret etmek yerinde olur.

Zahmet buyurarak yeşil ve şirin şehrimize şeref veriniz. Portakallarımızın kemale erdiği şu günlerde hem bir kaç gün bu feyizli vatan köşesinde sakin bir otelimizde istirahat buyurursunuz, hem de şehrimizin her tarafını dolaşarak, her sınıftan yurttaşla bizzat temas ederek bu güzel şehrin nasıl himmet ve hizmete bağrını açıp beklediğini görür, umumiyetle belediye işleri ve meşhur ‘adem-i kifâye (yetersizlik) kararının haklı veya haksız olduğu üzerinde tetkik ve müşahede imkanını bulursunuz.

Muhterem Emin bey; bu meseleyi o kadar tersine çevirerek size anlatmışlar ki, yazınızda büyük haksızlıklara sapıyorsunuz. Bir kere İçel halkı içinde ve Demokrat parti saflarında zorbalık, hasis menfaatlere düşkünlük gibi kötü maksatlarla memleket ve Belediye hizmetlerine üşüşmek isteyen hiç kimseye rastlamayacaksınız. Mersin Belediye Meclisini teşkil eden asil değerli aza arasında mesleksiz ve varlıksız hiç bir şahsa tesadüf edemeyeceksiniz. Her biri memleket işlerinde daima her türlü fedakârlıktan çekinmeyen bu muhterem yurttaşlar hakkında bir an dahi fena ihtimaller düşünmüşseniz günahkâr olmuşsunuz demektir. Bu masum ve vakur insanların açık kalplerinden af dilemelisiniz.

Sabık Belediye Reisi hakkındaki istihbaratınız da yanlıştır. Bu hanım kardeşimiz Milli Eğitim kadrosunda yer almış eski bir hoca değil, hususi bir ana okulunda çalışmış ve her Türk kadını için lazım olan derecede bir kültüre sahip, iyi konuşan, konuştuğu kimseleri ve sizin gibi baş muharrirleri de iknaa kifayet edecek derecede talakat’ i beyana malik sempatik bir şahsiyettir. Yazınızın en doğru satırları Müfide hanımın altı çocuk anası olduğu noktasıdır ki, bütün Mersinliler bu faziletinden dolayı hürmet besler ve takdir ederler. Demokrasi mücadelesindeki hizmetler bu taraflarda o kadar tabii bir memleket borcu sayılmaktadır ki Arslan köyünden Mut dağlarına kadar sayısı binleri geçen nice adı duyulmamış Demokrasi kahramanı yetiştiren İçel’ de bu mücadeleye katılanlar hiç bir imtiyaz beklememiş ve sizin tasavvur ettiğiniz gibi Belediye Başkanlığını da teselli mükafatı olarak kabul etmemişlerdir.

Bayan Müfide İlhan’ ın yemediğini ve yedirmediğini yazıyorsunuz. Onun yediğini iddia edecek bir fert çıkmayacağı gibi o da “şu veya bu kimseler yemek istiyorlardı ben yedirmedim” iddiasında bulunamaz.

Meclisin bu muhterem üyesi hakkında verdiği kifayetsizlik kararına gelince, işte bu noktada sizinle çatışıyoruz. Anglo Amerikan kültürden yıllarca evvel bu memlekete meth eden (öven) hatta birinci cihan harbinden sonraki kara günlerde Amerikan mandası altına girmeyi tavsiye eden şahsınız** o medeni diyarlarda demokrasi idaresinin oy çokluğuna dayandığını şüphesiz bilirsiniz. Mersin Belediye Başkanlığına oy çokluğu ile gelen Sayın Müfide İlhan’ ın yine oy ekseriyetiyle ıskat olunmasına niçin isyan ediyorsunuz? Ve demokrasinin bu cesur cilvesine neden hürmet etmiyorsunuz?

Mersin Belediye Meclisinin kararı keyfi ve hayali değildir. Bu kararı bir kere okuma zahmetine katlansaydınız bu beyanda bulunmazdınız. D.P. Genel idare kurulunun bu kararı haksız gördüğü hakkındaki satırlarınız da hayali ve hakikate aykırıdır. Bugün parti genel kurulunun bu konudaki fikirleri ve yapılmışsa münakaşa safhalarını biz partililer bilemiyoruz, sizin bunları bilmeniz tasavvur edilemez.

Hükümetin mahalli parti teşkilatı veya belediye azalarının manevi baskıları altında kalarak hareket ettiğini yazabilmeniz demokrasi ruhunu zedeleyen ve zerre kadar hakikate uymayan isnattan başka şey değildir. Ne hükümet ne de parti vilayet teşkilatından yöneltilmiş en küçük bir baskı altında değildir. Bizler haddimizi bilen insanlarız, hele kazan kaldırma tabirini çok tecavüzkâr bulmaktayız.

Mersin Belediye Meclis azalarının istekleri tatmin edilmezse partiden çıkabileceklerini ileri sürme keyfiyeti de bazen gafil avlanan köşenizde yer bulabilmiştir. Vaktiyle de partimiz muhalefette ve bugüne nispetle daha zayıf iken (ödenekler meselesi***) diye ortaya çıkan ve sizin var kuvvetinizle körüklediğiniz ihtilafta genel kurul nasıl değerli onca şahsiyeti feda etmekten çekinmeyerek yarayı kangren olmadan mükemmel operasyonla kesip kurtulduysa bu sefer de belediye meclisini haksız görse idi cezai kararlar almakta bir an dahi tereddüt etmezdi kanaatindeyiz.

Sayın Yalman yukarıda yaptığım davette çok samimiyim. Lütfen davetimi kabul ile teşriflerinizde burada size bütün hakikatleri anlatayım. Delilleri nazarınıza serelim ve makalenizdeki (bu meselede Mersin Meclisi de, İç İşleri Bakanlığı da, Demokrat Parti de fena imtihan geçirmiştir)hükmünü tamamen tersine çevirerek (bütün bu teşekküller çok demokratik bir imtihan vermişlerdir) kanaatine varınız ve o güzel üslubunuzla bu açık hakikati umumi efkara okutma celadetini  (yiğitliğini) gösteriniz.”

Merzeci’ nin bu hayli uzun ve Mersinin o dönem siyasi tartışmaları hakkında fikir verecek mektubu üzerine Yalman’ ın verdiği yanıta gelince…

O da sonraki makale konusu olsun…

Türkiye muhalefetinin Macaristan seçimlerinden çıkaracağı dersler…-2-

Türkiye muhalefetinin Macaristan seçimlerinden çıkaracağı dersler…-2-

Yenilgiyi getiren bir başka yanlış milletvekili adayları ve muhalif cephenin ortak başbakan adayının belirlenmesinde yaşandı…

Dar bölge ve tek turlu (ilk seçimde en fazla oyu alan o bölge vekilliklerinin tümünü kazanıyor) Milletvekili seçimlerine tek adayla gitme zorunluluğu muhalefetin aday belirleme yönteminin zaafları yüzünden seçmen nezdinde tercih edilmeyen, defolu adayların ortaya çıkmasına, bu da bölgelerin kaybedilmesine yol açtı…

Aynı zaaflar ortak Başbakan adayının belirlenmesinde görüldü.

Muhalefet partilerinin önerdiği beş adayın arasından, aday sayısını önce üçe, sonra bire indiren ve tamamen kamuoyuna açık yapılan ön seçim sistemindeki boşluklar, sürpriz bir şekilde aslında arkasında bir parti bile bulunmayan küçük bir şehrin muhafazakâr belediye başkanının öne çıkmasını sağladı.

Seçim süreci, şapkadan çıkan tavşandan farksız düşük profilli bir ismin, muhalefetin ortak adayı Peter Marki-Zay’ın ülke genelinde bir kampanyayı kaldırabilecek kapasitede olup olmadığı tartışmalarıyla geçti.

Marki-Zay’ in kampanya sürecindeki hataları, yanlış açıklamaları nedeniyle defalarca seçmenden özür dilemesi, muhalefetin Orban karşısındaki başbakan adayının ağırlığını azaltmakla kalmadı. İttifak içindeki sağ seçmenin cephe değiştirmesine yol açtı…

Muhalefet liderleri belirledikleri adayın zaaflarının ve yetersizliğinin farkına vardıklarında tamamen geri plana çekilip kampanyanın görünürdeki temsil yüzünü tümüyle ona bırakmaya yöneldiler, ancak muhalefetin ortak başbakan adayının her konuda bol bol açıklama yapması ve bunların önemli kısmının muhalefet bileşenlerince savunulamayacak düzeyde kalması sorunlara neden oldu.

Bu da yetmedi…

Seçim kampanyası boyunca aynı çatı altındaki muhalefet liderleri yer yer ve alttan alta diğer liderleri eleştiren söylemler dile getirdiler. Bu ise “kendi arasında bile anlaşamayan” liderlere ve partilere seçmenin duyduğu güveni azalttı.

Muhalefet ittifakının bir başka zaafı dış politikada ortaya çıktı…

Macaristan’daki seçim süreci daha önce muhalefetin hesaba katmadığı Rusya’ nın Ukrayna saldırısı sonucu patlayan savaşla da iç içe geçti denebilir.

Aslında Rusya’nın Ukrayna’ya, tüm dünya tarafından mahkûm edilen kanlı bir savaş başlatması muhalefet açısından avantaj olarak değerlendirilebilirdi. Çünkü Viktor Orban iktidardaki özellikle son yıllarını Avrupa Birliği’ne karşı Rusya ile denge politikası inşa etmekte kullanmıştı.

Orban doğalgaz ve ham petrol alabilmek için Rusya’ya belli tavizler de vermişti. Her yıl tekrarlanan Orban ve Putin zirveleri ile iki ülke arasındaki ilişkilerin ulaştığı nokta, AB ve ABD tarafından Orban’ın eleştirilmesine neden oluyordu.

İşte patlayan savaş bu yakınlık nedeniyle Orban’ı zor durumda bıraktı. Ancak Viktor Orban, hızla “Savaşın dışında kalma, Macaristan’ı barış ve güvenlik içinde tutma” taktiğini seçim sloganı haline getiren yeni stratejiyi sahneye koydu. Devlet medyasının propaganda imkânları da bu stratejiye hizmet amacıyla harekete geçirildi.

Muhalefet ise AB ve NATO çizgisinde kalmaya özen gösterdi. Ancak pratikte neler yapılması gerektiği konusunda kendi aralarında bir mutabakata varıncaya kadar devlet kaynaklarından beslenen FİDESZ propaganda merkezi düğmeye bastı ve halkın gözünde muhalefet “ülkeyi savaşa sokmak isteyen” ittifak olarak damgalanırken Orban ise “ülkesini barış içinde ve tarafsız konumda tutan güçlü lider” profiliyle öne çıkarıldı..

Seçim kampanyasının son günleri hep bu “muhalefet ülkeyi savaşa sokmak istiyor” iddialarının gölgesinde geçti ve muhalefet bunun doğru olmadığını anlatma çabalarıyla zaman yitirdi..

Ancak burada da “Atı alan Üsküdar’ı geçmişti”

Muhalefetin başarısızlığında belki de en önemli unsurlardan biri kampanyanın üzerine oturtulduğu ana ilkeydi.

Viktor Orban’ın sadece seçimlerde de değil, yıllardır her fırsatta sürdürdüğü kampanyaların en temel özelliği halkı bölen, düşman yaratan, toplumu kamplara ayıran”negatif” kampanyalar olmasıydı.

Bu kampanyalar karşı tarafı aşağılayan, zan altında bırakan, güvenilmezlik kuşkuları yaratan, farklılıkları dışlayan ve sonuçta kendi taraftarlarının saflarını, yaratılan korku çemberinde sıkılaştırmayı hedefleyen çalışmalardı.

Muhalefet son seçim kampanyasında Orban’ı kendi silahıyla vurmayı denedi. Birleşik muhalefetin tüm seçim faaliyetleri Orban rejiminin olumsuzlukları ve yolsuzluk, hırsızlık iddiaları üzerine kuruldu.

Muhalefet iktidara gelirse neyi nasıl yapacağı üzerine derli toplu bir program ortaya koyamadığı gibi Orban’ı eleştirme ötesinde yapacaklarıyla ilgili somut projeler sunamadı…

Oysa Orban hayat pahalılığının geniş kesimlerdeki etkisini ve seçmene olası yansımalarını gördü ve birbirinden cazip önlemleri ardı ardına devreye soktu.

Ebeveynlere gelir vergilerinin geri ödenmesi, emeklilere bir aylık ilave maaş verilmesi, benzin ve gıda fiyatlarını frenlemek için destek yapılması, doğalgaz ve elektrik fiyatlarındaki zamların olabildiğince geciktirilmesi ve Macaristan’ a özgü özellikle de sabit ve dar gelirlilerin bütçelerini sarsan yüksek apartman aidat giderlerine karşı mücadele başlatması…

Orban’ ın şapkadan çıkardığı tavşanların sadece bir kaçı…

Aritmetik olarak bir araya gelmiş gibi görünseler de altı partili muhalefetin parçalı söylemleriyle sergilediği zaaftan yararlanarak seçim kazanmış görünüyor Orban…

Kazanmış görünüyor çünkü olası gelişmeler bundan sonraki sürecin geçmişten farklı olacağı yönünde epeyi ipucu veriyor…

Öncelikle Macaristan AB üyesi bir ülke ve seçimlerin hemen ardından Avrupa Komisyonunun yaptığı açıklamaların sertliğine bakılırsa Orban bundan böyle dilediği gibi at oynatmayacak..

AB kriterlerine uyma zorunluluğu olan bir ülke; enflasyon, bütçe harcamaları, alınan yardım ve desteklerin kullanımı gibi alanlarda tek adamın dilediğini dilediğine peş keş çekmesini uzun süre sürdüremez…

Ve Orban, ülkesini iflasa sürüklemek istemiyorsa tasarrufa gitmek zorunda.

AB üyesi bir ülke olarak Macaristan, Orban popülizminin yarattığı cepheleşme ve bölünmeyi daha ne kadar sürdürebilir sorusu da bugünlerde sıkça dillendirilmekte…

Bölünme artık coğrafi haritada bariz biçimde kendini gösterecek kadar açık:

Muhalefet büyük kentlerin, Orban’ ın Fidesz cephesi ise kırsal bölgelerin oylarını alırken, destekçilerine göre Orban “barışın elçisi, ülkenin haklarının savunucusu ve kurtarıcısı” olarak idolleştirilirken, karşı cephede “Putin‘e yakınlığıyla tanınmış, dolandırıcı, yolsuz, Macaristan’ı Avrupa Birliği’nden çıkarmaya çalışan biri” olarak görülüyor.

Bu ayrımcılığın sürdürülemeyeceğine ilişkin en çarpıcı sözler Alman yorumcu Dora Diseri’ ye ait:

 Diseri, seçim sonrası Deutsche Welle’ de yayınlanan analizi şöyle noktalıyor:

“Orban, halk içindeki bölünmede uçurumu öyle derin kazdı ki, bir gün içine kendi düşecek. Önce bunu fark etmesi gerekiyor, yoksa onun için de çok geç olacak.”

Macaristan seçimlerinden çıkarılacak dersler…

Macaristan seçimlerinden çıkarılacak dersler…

On milyona yakın (2022 sayımına göre 9,7 milyon) nüfusa sahip, üyesi olduğu AB’ nin her türlü desteğini arkasına almış, kişi başına düşen geliri 33 bin dolar olan tuzu kuru Macaristan ile Türkiye’ yi karşılaştırmanın pek çok açıdan sorunlu olduğunun farkındayım…

Ama iki ülkenin siyaset iklimi ve son yıllardaki seçimlere yansıyan tabloları birbirine o kadar benziyor ki, Türkiye’ nin geleceğini önemli derecede etkileyecek genel seçimler öncesi Macaristan’ dan alınacak hayli fazla dersler var…

Macaristan’ ı 12 yıldır yöneten Orban devlet kaynaklarını fütursuzca kullanan, amaca uygun biçimde kullanılması gereken AB fonlarının dağıtımında bile suiistimal iddialarının ayyuka çıktığı bir isim…

Orban, partisi Fidesz’ i, 2010’da iktidara taşımakla kalmadı, değiştirdiği seçim sistemi sayesinde 2014’ te yüzde 45,5 oya ulaşan ve 2018 seçimlerinde bunu da aşarak 48,5 oyla Macaristan tarihinin en önemli seçim başarılarından birine imza atmakla kalmadı, 2020 itibariyle ülkenin en uzun süreyle ülkeyi yöneten başbakan sıfatına da sahip..

Bunda 2010 yılında aldığı %52 oya karşı parlamentonun %68’ini elde etmesi ve bu tablo sayesinde partisinin tek başına anayasa değişikliği yapmasına imkan vermesiyle 2012’ de yapılan, yargı bağımsızlığını, medya özgürlüğünü, meclis gücünü azaltan yer yer ortadan kaldıran yeni anayasanın da rolü vardı.

Orban öncesi iktidarda olan ve en güçlü parti konumundaki Sosyalist Parti (MSZP) ise 2014’ten beri kan kaybediyor ve 2018’ de Orban’ dan da beter aşırı sağcı Jobbik partisinin de gerisine düşerek %12’ lik halk desteğiyle ancak üçüncü parti olabildi…

Orban’ ın seçimleri maniple etme becerisine ve popülizmin dibine vuran siyaset tarzına karşı muhalefet 2019 yerel seçimlerinde birlikte hareket etme kararı alırken siyasi görüşlerin bir yana bırakılıp Orban’ ın demokrasi dışına taşan gidişine dur denmesi ortak hedef olarak ortaya çıktı…

Doğru tespit edilmiş adaylarla örneğin başkent Budapeşte belediye başkanlığı oluşturulan koalisyonun ortak hareketi ve bir aday etrafında kenetlenme sayesinde başarıldı…

2019 yerel seçim tablosu aşina geliyor değil mi?

Bu kadar da değil…

Orban döneminde oluşan iklim iki cepheli bir Macaristan siyasi tablosunu da doğurdu…

Bir yandan tek başına çok düşük oya sahip olsa da Fidesz ile ittifak oluşturan Hıristiyan Demokratlar karşı cephede ise Orban’ ı ve kurduğu demokratik olmayan tek adama dayalı rejimi sandığa gömmeye kararlı olanlar yer alıyordu…

Gittikçe zorlanan, kamuoyu desteği azalan Orban’  dan kurtulma arayışı 2019 seçimlerinin verdiği moralle birleşince 2022 seçimlerine 6 muhalefet partisi aynı çatı altında oluşturulan ittifakla gitmeye karar verdi…

Büyük beklentiler, büyük umutlar, 6 partinin yarattığı sinerji dalgası, özellikle genç seçmenlerin muhalif ittifaka olan desteği…

Bağımsız gözlemciler muhalefetin bu kez Orban’ ı iktidardan indireceği iddiasını güçlü biçimde dillendirirken 2 Nisan 2022 Pazar akşamı tam aksine bir tablo çıktı ortaya…

Orban 2018 genel seçimlerinde aldığı oyları artırarak çıkarken muhalefet ittifakının aldığı oy ittifak içinde yer alan partilerin 2018’ de aldıkları oy toplamının altına düşmekle kalmadı, parlamentodaki sandalye sayısı da azaldı.

Macaristan muhalefetini oluşturan parti temsilcileri, her yenilgi ardından olduğu gibi, seçimlerin adil şartlarda yapılmadığı, devlet kaynaklarını dilediği gibi harcayan Orban ve ekibine karşı asimetrik bir yarışa mahkum edildiklerini dile getirdiler ve iddiaların tümü de gerçeklik payına sahip…

Ama soru şu? Gerçek bunlardan mı ibaret?

Muhalefet bloğunun kendi iç işleyişi, ittifakın yönetilme biçimi, seçim kampanyasının idaresi hatasız mıydı?

Macaristan’ da Orban’ dan kurtulma ittifakının uğradığı hezimet pek çok yönden yeniden parlamenter sisteme dönüş hesapları yapan Türkiye’ deki tüm seçmenleri ve en önce Millet İttifakını yakından ilgilendiriyor..

İlgilendiriyor çünkü, Orban rejiminin bugünkü Macaristan’ a giydirdiği rejim elbisesiyle Erdoğan’ ın Türkiye’ deki uygulamaları çoğu yerde birebir örtüşüyor…

Macaristan seçimlerinden muhalefeti temsil eden Millet ittifakı gerekli dersleri çıkarmazsa en geç 2023 Haziranında yapılacak (bu yılın ekim ayından itibaren her an baskın seçim sandığı da önümüze gelebilir) seçim akşamında yeni hüsranlar yaşanması kaçınılmaz…

O halde Macaristan’ da muhalefetin neyi yanlış yaptığına ilişkin bazı hususları Türkiye ile harmanlayarak not etmekte yarar var:

Muhalif ittifakı oluşturan sol ve sağ arasında doku uyuşmazlığı giderilemedi. Tavanda verilen birliktelik mesajları tabanda yankı bulmadı. Örneğin 2018’ de %20 oy alarak Fidesz’in ardından ikinci büyük parti olarak meclise giren sağcı Jobbik partisinin seçmen kitlesi kendileriyle aynı frekansta olan sağ idol Orban’ a karşı sol partilerle iş birliğine sıcak bakmadığı sır değildi. Ancak kimi kopuşlara rağmen parti üst yönetimi tarafından çok ciddiye alınmadı ve derken sandıktan çıkan büyük hezimet, Jobbik partisinin güçlü olduğu bölgelerden ortak muhalefete yeteri kadar destek gelmediğini ortaya koydu..

Orban’ dan kurtulma ittifakının sadece sağ bileşenleri değil, sol kanadında da benzer tablo ortaya çıktı: Sol partilerin seçmenleri de ortak listelerdeki Jobbik adaylarına oy vermedi…

Kısaca Macaristan seçimleriyle bir kez daha ortaya çıktı ki, aritmetikteki 2+2 eşittir 4 eder ilkesi iş siyasete geldiğinde işlemiyor.

Bazen 2+2 toplamda 14 bile edebilirken, oyunu iyi kurgulamazsanız 2 dahi etmiyor..

Macaristan ile Türkiye’ nin özellikle son on yıllık siyasi süreci arasındaki benzerlikler bununla sınırlı değil…

Muhalif ittifakın ortaklaşa belirlediği Başbakan adayının gafları ve performansıyla kafası karışan seçmenin, tüm dayatmalarına rağmen ‘güvenilir liman Orban’ tercihi ve diğer faktörler…

Devam edeceğim Macaristan seçimlerinden çıkarılacak derslere…

Cumhuriyet dönemi yazarların Mersin ziyaretleri… (Baban’ ın kaleminden ihracat ve ithalatı kolaylaştırma önerileri, limanın önemi)

Cumhuriyet dönemi yazarların Mersin ziyaretleri…

(Baban’ ın kaleminden ihracat ve ithalatı kolaylaştırma önerileri, limanın önemi)

Aslında bir yazı dizisi değildi düşündüğüm… Tesadüfen gördüğüm Aka Gündüz’ ün vefatı üzerine Yeni Mersin gazetesinde yayınlanan eski bir mektubu ve mektupta söz ettiği ilginç bir bilginin izini sürerken kendiliğinden gelişti süreç…

Aka gündüz 1956’ da kaleme aldığı ve 1958’ de ölümü ardından yayınlanan o mektubunda 50 yıl içinde iki kez geldiği Mersin’ le ilgili izlenimlerini yansıtıyor ve ilk ziyaretiyle ilgili ilginç olduğu kadar tartışılmaya değer bazı bilgiler veriyordu…

O bilgi ve tartışmalara Aka gündüz’ ün mektubunu ele aldığımda yer vereceğim…

Ancak Aka Gündüz’ ün mektubunu yayınlama fikri kente gelen diğer yazarları da kapsamalı düşüncesi derken, Behçet Kemal Çağlar, Burhan Belge ve sonunda hayli kapsamlı, dünden bugüne ışık tutacak önemde Cihad Baban’ ın Mersin izlenimleri, gözlemlerinden oluşan yazı dizisi çıktı ortaya…

Ancak bir şey daha oldu…

Baban,  Mersin limanıyla ilgili 1944 sonlarındaki o mektubunda yer alan ve 20 yıl öncesine dayanan genç Türkiye Cumhuriyetiyle yaşıt bir anlaşmaya değiniyor ve o anlaşmanın özellikle dönemin İçel Milletvekili Niyazi Ramazanoğlu tarafından engellendiğini görüşünü dile getiriyordu…

1924 yılında Mersin limanıyla ilgili bir kanun tasarısının Meclisten geçtiği yeni bir bilgi değildi. Liman sürecini ele alan pek çok araştırmacı gibi ben de konuya ‘Mersin Dedikleri Bir Limandı Aslında’ kitabında yer vermiştim.

Ancak Cihad Baban bir Fransız şirketiyle imzalanan ve onay için Meclise gönderilen bir anlaşmadan söz etmesi konunun izini sürmeme ve hayli ilginç ilginç olduğu kadar da detaylı ve oldukça hacimli bir belge denizine sürüklenmeme yol açtı…

Cumhuriyet’ in ilanı arifesinde Meclise onay için gelen sözleşme ve 1924 yılında liman yapımıyla ilgili kurulacak şirket hakkındaki yasa tasarısıyla ilgili tutanakların her yönüyle yeni baştan ele alınıp yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum…

Bu nedenle Baban’ ın Limanla ilgili tespitlerinin ekinde bir bölüm olarak değil, çok daha kapsamlı biçimde ele alınması gereken tutanakları ayrı bir yazı dizisi olarak gün ışığına çıkarmaya çalışacağım..

Bu detayın ardından Cihad Baban’ ın altı bölüm halinde yayınlanan yazı dizisinin “İhracat ve ithalâtı kolaylaştırmak için…” başlığını taşıyan 4 Ocak 1945 tarihli son mektubuyla noktalayayım bu bölümü:

“Bundan evvelki mektubumda, nasıl olup ta Mersin limanının bütün iyi niyetlere rağmen otuz yedi yıldan beri bir türlü inşa edilemediğini yazmıştım. Bu mektubumda da muhtelif devirlerdeki liman işletmelerinin, bu vazifelerini nasıl başardıklarını bildireceğim.

Mersin ve İskenderun limanlarının işletilmesi işi bir iki seneden beri Devlet Demiryolları İdaresine devredilmiştir. 928’ de Mersin Belediyesi, Hususi Muhasebesi ve birkaç müteşebbisin gayretiyle kurulan şirketin devlete intikal etmesi, fevkalade ahvalin (olağanüstü hal) icablarına daha uygun görülmüştür. Liman işletmesiyle Devlet Demiryollarının irtibat halinde çalışması arzusu da ayrıca bu karar üzerinde müessir olmuştur.

Filhakika, bugün Devlet Liman İdaresinin halef olduğu Mersin Liman Şirketi bilhassa harb dolayısıyla çeşitli zorluklar içinde bocalıyordu. Tüccarlar en basit sebebleri bahane ederek, mütemadiyen şikâyet ediyorlardı.

Tahmil ve tahliyenin vaktinde yapılamaması, havanın bozukluğu, malların deniz üzerinde kalması, vinçlerin kafi miktarda yük kaldırmaması hep şirkete ait mesuliyetlerdi. Ve Liman Şirketi, dilsiz, zavallı bir hedef olarak bir şamar oğlanı gibi mütemadiyen hücumlara uğruyordu.

Hele 1941 senesinin nihayetinde ve 942’ de bütün memleketin diline düşen bir vak’a oldu, hafızaları tazelemek için o vakayı burada tekrarlıyorum.

Hatırlarsınız… 941 yılının sonunda, o yıl buğday mahsulü bereketsiz olmuş ve zaruri olarak ekmek istihkakı da azalmıştı, üstelik kısa bir müddet için İstanbul’ da 187,5 grama indirilen ekmeklerin halitası da (karışım, içerik) bozulmuştu. Bugün unun ve ekmeğin şu bol zamanında, yüreğimizi yakan bir harb hatırası olarak yalnızca zihinlerimizde yer eden o yokluk günlerinin en kızgın zamanında ortaya bir şayia çıkmıştı: Fısıltı gazetesi, kulaktan kulağa şu haberi yayıyordu: “Efendim memlekete gemilerle un gelmiş, fakat hükümet Mersinde bu unları boşaltamadığı için, gemiler hamuleleriyle (yükleri) beraber tekrar hareket edip gitmişler, biz burada bu kadar sıkıntıdayken, ilh…” Tabii bundan menfi propaganda da azami surette istifade ediyor, ve anormal vaziyetin doğurduğu sıkıntıları körükleyerek memnuniyetsizlik havası yaratmak istiyordu. Aradan üç tam yıl geçtikten ve mahsulümüzün bolluğunu görerek yüreklerimize ferahlık geldikten sonra, o günkü dedikoduların mahiyetini öğrenmek istedim ve Mersinde bulunmamdan istifade ederek meseleyi kurcaladım:

27 birincikânun 941 tarihinde Hollanda bandıralı Alferat vapuru 7696 ton buğdayla Mersine geliyor. İlk beş gün zarfında 2500 tona yakın mal tahliye ediliyor ve gemi 27 birincikânunda çıkan fırtına üzerine karaya düşüyor (oturuyor). Hasarı tespit etmek üzere mahkemenin tespiti delil yapması geldiği için, boşaltma ameliyesi duruyor, o gün mahkemeden kimse gelmiyor ve tahliye bir gün sonraya kalıyor. Konsolos işin tacili (hızlanması) Vali bay Saib’ e (Saip Örge) müracaat ediyor ve onun müdahalesiyle bir günlük teehhürden (gecikme) sonra boşaltma faaliyetine yeniden başlanıyor ve 3 bin ton kadar mal daha tahliye edildikten sonra gemi kendiliğinden yüzerek 6 ikincikânun 1942’ de kurtarılıyor. Alferat vapuru konvoy refakatinde* dolaşmaktadır ve ayın sekizinde konvoya iltihaka (katılmaya) mecburdur, halbuki gerek tespiti delail (hasar tutanağı) dolayısıyla ve gerek karaya oturma sebebiyle tahliye işlerinde iki gün gecikmiş bulunduğundan bakiye 1839 tonu İskenderuna boşaltmak üzere Mersinden ayrılıyor, fakat zaruret icabı İskenderuna da gidemeyerek yükünü Beyruta boşaltıyor.

Şunu ilave edeyim ki, Beyruta götürülen 1839 tonluk buğday hamulesi bilahare memleketimize getirilmiş bulunmaktadır.

O tarihlerde halk arasında dolaşan dedikoduların mahiyetini bugün açıklayarak, hakikate hizmet etmekle memnunum. Mersinden yükünü boşaltamadan giden bir çok gemiler mevcut değildir, yalnız bir tane gemi vardır. Sebep te fırtınadır ve geminin karaya oturmuş olması dolayısıyla mahkemenin tespiti delâile lüzum görmüş olmasıdır. Buğdaylar gerisin geriye gitmemiş, Beyruta indirilmiştir, miktarı 1839 tondan ibaret olan bu buğdaylar da bilahare memleketimize getirilmiştir.

Bu satırları yazarken, 15 sene mevcut imkanlar dahilinde Mersin liman işlerini tedvir etmeğe çalışan şirketin aleyhinde bulunmak istemiyorum. Bugünün dünden farkı, pek az nüans ile ve bugünün lehine olarak hemen hemen farksız denilecek kadar azdır. Fark, idarenin hususi ellerden resmi makamlara geçmiş olmasından ibarettir. Tesisat yenileşmedikçe, iskele yapılmadıkça, cer vasıtaları ıslah edilmedikçe, netice aynı kalmağa mahkumdur.

..

928’ de hususi Muhasebe (il özel idaresi) Belediye ve teşebbüs sahiplerinin gayretiyle kurulan liman Şirketinden evvel, işletme iki şahsın elindeymiş. Hamid Hayfavi ve Mehmed Hadra isimlerindeki bu iki müteşebbis hem acentalık yapar hem de ellerindeki mavnalar, şatlar ve istimbotlarla limanın tahmil tahliye işlerini görürlermiş. 928’ de şirket gayet cüzi bir sermaye ile teşekkül ettikten sonra bu iki vatandaş bu işten ellerini çekmişler, şirket fena çalışmamış, eğer ikinci dünya harbi gelip çatmasaymış belki daha da gelişecekmiş, fakat, harb dolayısıyla, Akdeniz yolu kapanıp ta Mersine vapurlar uğramaz olunca şirketin mali durumu müşkülleşmiş, etraftan şikayetler ve feryadlar da yükselince, tahmil tahliye işleri birer amme (kamu) hizmeti mahiyetini iktisab edince Nafia Vekaleti şirketi satın almış…

Liman işletmesinin devlete intikal etmesi, tüccarın feryad ve yaygarasını durdurmuş, zira şikayet edilen kimse ile şikayeti dinleyecek olan da aynı hüviyette birleşmiş. Limanı işleten de devlet, şikayeti dinleyecek olan da.

(…)

Görülüyor ki, Mersin geniş hinterlandındaki ithalat ve ihracat işlerini yoluna koymak için evvela Mersin limanının mükemmel bir şekilde işletilmesi lazım gelmektedir. Muvakkat tedbirler, bir takım gayretlerin boş yere heba olmasından başka işe yaramamaktadır. Enerjilerimizi bedavadan israf etmek istemediğimize göre Mersin limanı davasının kül halinde ele alınarak tetkik edileceği ve yapılması lazım gelen işlerin sıraya bindirilmeden ve senelerin ihmaline terk edilmeden bir çırpıda halledileceği gün uzak olmasa gerektir. ”

*İkinci dünya savaşında İtalyan- Almanlara karşı İngilizlerin öncülüğünde müttefikler Akdeniz’ de sürekli çatışma halinde idi. Bu nedenle ticari gemiler güvenlik açısından askeri gemilerin refakatinde konvoy oluşturup belirlenen rotalarda hareket edebiliyordu. Haziran 1941’ de İngiliz konvoyuna katılmak üzere Mersin’ den Mısır’a hareket eden Refah vapuru Kıbrıs açıklarında bu çatışmalar sonucu batırıldı. Merak edenler 169 şehide mezar olan o geminin batmasına yol açan kazayı https://www.yumuktepe.com/refah-vapuru-faciasi-abdullah-ayan/  linkinden okuyabilir.